Reyhan Tansu Şenay, Marmara Üniversitesi Radyo TV Sinema bölümünü bitirdikten sonra uzun yıllar çeşitli televizyon kanallarındaki çalıştı ve daha sonra İzmir'deki bir gazetede muhabirlik, editörlük ve yurtdışı yayınları koordinatörlüğü yaptı. İnsan kaynakları ve çocuk gelişimi üzerine eğitimler aldı. Şu anda pazar günleri TRT Kent Radyo'da yayınlanan Sen Büyürken adlı çocuk gelişimi programını ve Anahtar adlı kişisel gelişim programını hazırlayıp sunmaktadır. Bir erkek ve bir kız çocuğu annesi olan Şenay, aynı zamanda kendisine ait yazılarını mutlubiz.com sitesinde paylaşmaktadır.
Evrenin yaratılışının doğasında bulunan birlik ve beraberlik duygusu, nedense insanlarda doğal olarak yok. Her zaman bireysel harekete etme eğiliminde olan insanlar, insanlığın yok oluşu da söz konusu olsa kolektif bilinç düzeyinde olamıyor.
Karıncalar, kolonilerini korumak için birlikte hareket ederler. Tek sıra hâlinde yürürken yönlerini hiç şaşırmazlar. Bir araya geldiklerinde milyonlarca olabilen bu yaratıklar, birlikte çalışır ve birlikte hareket ederler. İnsanlarda asla olamayacak mükemmel bir iletişim tekniğine sahip oldukları için bir hormon olan feromon ile yiyeceklerini, yuvalarını bulurlar ve olağanüstü düzenlerini bu takip feromonu sayesinde sürdürerek kolektif bilinçle hareket ederler.
Kuşların sürü halinde uçması ise kolektif bilince bir diğer örnektir. Yalnızken kolay bir av olabilecek kuşlar, birlikte uçarak, diğer canlılara ne kadar güçlü olduklarını gösterirler. V şeklinde göç etmeleri ise hava akımına olan direnci azaltarak, enerji tasarrufu sağlamaktır. Bu şekilde ulaşacakları yere daha kısa zamanda, birlikte ulaşırlar. Her kuş, bir öndekinin kanadını takip ederek, hareket eder.
Peki biz insanlar bu kolektif bilince ne kadar sahibiz? Dünya olarak bunu bir virüs ile deneyimledik. Bu aslında ilk karşılaştığımız salgın değildi, ama hiç şüphesiz bulaşma hızı ve yöntemlerinden dolayı en çok korktuğumuz ve önüne geçmekte hala zorlandığımız bir virüstü. Biz virüsü öğrendiğimiz an itibariyle kolektif olarak değil, devlet yoluyla eve kapatılarak, koruma amaçlı karantinaya alındık. Tüm dünyadaki ortak uygulama, teması mümkün olduğunca azaltmak ve hayatı eve sığdırmak oldu. Çünkü biliyoruz ki, bir yaptırım olmazsa biz hayatımızı korumak için kendi kendimize eve kapanamayız. Okullarımız, işlerimiz dışında da hobilerimiz dahil birçok şey evin dışında kurgulandığı için başka seçeneğimiz yok. Hiçbir iş yeri pandemi olmasa, ‘bu ay da evden çalış’ demezdi. Evden çalışmak, evde okul gibi genel düzene aykırı hareketleri, ancak siyasi ya da ekonomik sebeplerden dolayı uygulayanların safına bir anda geçiverdik. Peki ne bulduk?
Açılan Farklar
Bizim sürü psikolojimiz en yakınlarımızla sınırlıdır. Aile…Pandemi sürecinde evdeki hareket alanında sadece ailemizi koruduk. O da virüsün ürkütücü ölüm tablolarını takip etmeye başlayınca gerçekleşti. Bizim evden alışverişe sadece bir kişi gitti. Bunun sebebi, alışveriş sürecinde üstümden atlayıp, kasaya uzananlarla savaşabilecek bir tek ben olduğum için değildi. Sebebi, hastanede çalıştığım için bağışıklığımın daha güçlü olduğunu düşünmemizdi. Tüm koruma önlemlerini 2 ay boyunca aldık. Ev halkı bu süreçte hiç dışarı çıkmadı. Dışarıdan getirdiğim her şey saatlerce yıkanıp bekletildikten sonra, kullanıldı. Evde ekmek, gevrek, lahmacun bile üretilerek, küçük bir fırın kıvamında üretim ile mide kapasitemizi zorladık. Bireysel olarak ben, evin dışarı çıkan tek ferdi olarak, dışarıda elimin değdiği her şeyden tiksindim. En büyük korkum dışarıdan eve bir şekilde virüsü taşımaktı. O yüzden bazı temizlik maddeleri ile fazlaca arkadaş oldum. Dokunduğum her şeyde, daha önce ona değen muhtemel korona pozitif insanları hayal ettiğimden, ellerimin derisi birkaç kez soyuldu. Çok şükür ki evde ekmek yapma süreci açıklanan istatistiklerle sona erdi. Ama evde mutfak ve ev işi hiç azalmadı. Ergen oğlumun sürekli açım çığırışları başlamadan yemek ve tatlı yapmaya yetişmeye çalıştım. Bunların arasında iş yerinden gelen bir telefon ya da mail ile boğuşmayı da öğrendim. Ama düzenli olarak bilgisayar başından kalkmadan çalışan eşim, Pazar günü bile maillere cevap yazıyordu. Kısacası evden çalışma, kimilerine avantaj olurken, sektörüne ve kurumuna göre kimilerine dezavantaj oldu. Pandemi evde çalışma süresinden en çok etkilenen grup ise özel okullarda çalışan öğretmenler oldu. Bu öğretmenler, normal çalışma saatlerini aşarak, online dersler arasında sadece tuvalete gidecek zaman buldu. Özel okullar ile devlet okullarının arasındaki eğitim farkı böylece iyice açıldı. 8 saat bilgisayarın başından kalkmayan özel okula giden oğlum ile, bilgisayarın başına hiç oturmayan devlet okuluna giden kızım arasındaki fark gibi... Bütün gün kızımı ders yapmaya teşvik etmeye çalışırken, oğluma bilgisayar başına yemek götüren “Oynatmaya az kaldı doktorum nerede” şarkısı dilinden düşmeyen bir kadın oldum. Eba TV fiyaskoydu. İlk haftalar çocuğu büyük bir teşvikle önüne oturttuğum ekran kısa sürede çizgi film kanallarına döndü. Oğlum zehir gibi ders çalışırken, kızımın ders çalışmasını bırakın, kitap okuması için bile taklalar atıyordum. İlkokul ikinci sınıftaki bir çocuk için sınıf düzeni ve öğretmeni olmadan ders çalışmanın, çocuğun doğasına büyük bir meydan okuma olduğunu anladım. Çocuk anneyi öğretmen olarak kabul etmediğinden, yeni öğrenmesi gereken konularda bocalıyordu. Sabrımın tüm sınırları aştığını hissettiğimde sakinleşmek için, kocama yönlendirdiğim kızım, bu sefer bumerang gibi oradan da jet hızıyla ağlayarak bana geri dönüyordu
Ne Öğrenemedim?
Evden çalışmanın iş yerinde ya da okuldaki gibi asla verimli olmadığını öğrendim. Çocukların inanılmaz hızlı adapte olduğunu hatta dışarı çıkmayı, sokakta oyun oynamayı arkadaşı yanında yoksa çok da anlamlı bulmadıklarını öğrendim. Online yapılan her çeşit eğitim, konser, bale dahil tüm hobilerin uygulayan kişinin azmi kadar faydalı olduğunu gördüm. Sabahları yataktan sökerek kaldırdığım çocukların okul ne zaman başlayacak diye ağladığını gördüm. Ve hiç şüphesiz doğanın ve tüm hayvanların biz ortalıkta yokken, daha dengede, daha yeşil, daha mavi ve kesinlikle daha mutlu olduğunu gördüm. Belki de bu gezegenin gerçek sahibi olduklarını hatırlamamıza bir vesile oldu. Ancak biz insanlar, kesinlikle kolektif bilinçten o kadar uzağız ki, “Pandemiden sonra hiçbir şey aynı kalmayacak” gibi söylemlerin, sadece siyasi ve ekonomik anlamdaki değişimler olduğunu gördüm. Dışarı çıkma yasağı biter bitmez maskesiz ve bol temaslı hatta halaylı kutlamalarla, eskisinden daha sosyal olmayı değişim saymıyorsak tabii…
Pandemi bazı bilim adamlarının söylediği gibi tüm dünyanın aynı anda deneyimlediği muhteşem bir sosyal deney ise, ortaya çıkan sonuç şu ki; üretmeyen, doğayı sevmeyi piknik yapma kapasitesinde sanan biz insanoğlu, dünya da yıkılsa, çöpümüzü komşunun kapısının önüne bırakmaktan vazgeçmiyoruz. İzmir’de açılan ören yerleri bir günde çekirdek kabukları ile çöplüğe döndü. Zihinsel çöpler ise zaten hiç temizlenmiyor. Hatta ekonomik kaygılar, çaresizliği, kaygıyı hatta öfkeyi de arttırdı. Evden hiç çıkmadan yaşanabileceğini öğrendik. Yavaşlamanın hatta durmanın bir sakıncası olmadığını öğrendik. Sarılmadan, öpmeden, dokunmadan da sevebileceğimizi öğrendik. Kendimizle yalnız kalmanın keyifli ya da sıkıcı olduğunu öğrendik. Sıkılınca can çıkmadığını da öğrendik. Ve kesinlikle kestiğimiz bir ağaç kadar bile fayda yaratamadığımızı öğrendik.
Bir ağaç kesildiğinde diğer ağaçlar kökleri aracılığıyla kesilen ağacın ölmemesi için ona kendi minerallerini vererek, beslemeye çalışır. Toprak altında kökler arasındaki muhteşem iletişim ağı sayesinde yıllarca o kesik ağacın ömrü devam eder. Bizlerin de bu kolektif bilince sahip olarak, sadece doğayı taklit ederek yaşayabilmemiz, yaşatabilmemiz mümkün… Bir olmak, birlik olmak için pandemiye ihtiyacımız yok.