Reyhan Tansu Şenay, Marmara Üniversitesi Radyo TV Sinema bölümünü bitirdikten sonra uzun yıllar çeşitli televizyon kanallarındaki çalıştı ve daha sonra İzmir'deki bir gazetede muhabirlik, editörlük ve yurtdışı yayınları koordinatörlüğü yaptı. İnsan kaynakları ve çocuk gelişimi üzerine eğitimler aldı. Şu anda pazar günleri TRT Kent Radyo'da yayınlanan Sen Büyürken adlı çocuk gelişimi programını ve Anahtar adlı kişisel gelişim programını hazırlayıp sunmaktadır. Bir erkek ve bir kız çocuğu annesi olan Şenay, aynı zamanda kendisine ait yazılarını mutlubiz.com sitesinde paylaşmaktadır.
İki çocuklu bir anne olarak İstanbul’daki çocukların eğitimi ve eğlencesi için tasarlanmış merkezlere öykünerek bakıyorum. Farklı semtlerde faklı aktiviteler ile her çocuğun yaş grubuna uygun yüzlerce seçenek var. Bu seçenekleri İzmir’de bulamadığımız için tatillerimizi kışın İstanbul, yazın Antalya’da değerlendiriyoruz. Tabii oğlumun bu seçimlerde etkisi yok değil... Ama oğlumun önceliği her zaman kuzenleri ya da arkadaşlarıyla birlikte olmak oldu. Yeni yıl dileği de, doğum günü dileği de hep aynı. Yeni bir oyuncak değil, kuzenlerini görmek. Kuzenleri genelde yurt dışında ya da Türkiye’nin bir köşesinde yaşadığı için hep özlem içindeydik.
Çok şanslıyız ki, bu sene nihayet İstanbul’a taşındılar. Bir ay öncesinden uçak biletlerini aldık. Artık gün sayıyorduk. Tam yola çıkacağımız günün bir önceki gecesi oğlum sabaha karşı kusmaya başladı. Sabaha kadar uyumadan sürekli istifra etti. Sabah 8’de acil serviste soluğu aldık. Bir serum, iğne yer, öğlen havaalanına gideriz diye umutlanıyordum. Bu umudum, acil servisteki yabancı olduğunu görür görmez anladığım sarışın doktor hanımı görünce yerle bir oldu. Yarım Türkçesi ve mavi gözleri ile, yüzümüze soğuk soğuk bakıp, “Çocuğunuzun dehidrasyonu (vücutta su oranının düşmesi) yok, seruma gerek yok. Şu reçeteyi alın gidin” dedi. Doktor hanıma “Çocuk bir şey içemiyor, sürekli kusuyor.” diye ısrar edince bir iğne yapıp bizi eve gönderdi. Oğlum iğne yüzünden değil, kesin olarak İstanbul’a gidemeyeceğini anladığı için ağlarken, ben, “Nereden çıktı bu Rus Doktor, nerede benim doktorlarım? diye söyleniyordum.
Eve döndük ve oğlumun iyileşmesi için dua etmeye başladık. Ancak iğne bile onu biraz olsun rahatlatmamıştı... Sonunda balkona çıktım ve dedim ki; “Kabul ediyorum, ne olması gerekiyorsa o olur... Bu çocuğun şimdi hastalanmasının bir anlamı var. Kabulleniyorum.”
Kanepede kusmaktan perişan olmuş oğlumu son bir gayretle toparlayıp, “uçamaz raporu” almak için tekrar hastaneye götürdüm. Üstelik aynı hastaneye… Ama bu sefer Rus doktorumuz eve gitmişti, yerine gelen doktora durumu anlattım. “Uçuşumuz var. Uçamaz raporu verir misiniz?” dedim. Doktorumuz Türk, neyse ki dilimizi anlıyor. Doktor, oğluma bakıp, “saat kaçta?” diye sordu. Şaşkınlıkla yüzüne baktım, “Uçak mı? 2 saat sonra kalkıyor.” Doktor gülümsedi, “ben bu çocuğu o uçağa bindiririm.” Hemşireye talimat verdi 15 dakikalık bir bol ilaçlı serum bağlandı. Serum bittiğinde eve dönüp valizleri jet hızıyla toplayıp, havaalanına gittik. Uçağa binene kadar, bindikten sonra, hatta indikten sonra karşılaştığımız 1 saatlik İstanbul trafiğine rağmen oğlum hiç kusmadı. Kuzenini gördüğü an hasta, uykusuz olan çocuk gitmiş, yerine eğlenceli, mutlu ve sağlıklı bir çocuk gelmişti.
Ertesi gün planlanan çevredeki tüm aktivitelere katıldık. Ve bir kez daha anladım ki, bir şeyi gerçekten çok istiyorsanız, sistem onun gerçekleşmesi için sırasıyla her şeyi harekete geçiriyor. Sihirli değneğin mi var bu çocuğu nasıl İstanbul’a götüreceksin diyen herkes, bizim eğlence fotoğraflarımıza beğeni attı.
Kafamızda sürekli kalıplar ile yaşadığımızı fark ettim. Matematik ya da fen soruları gibi çözer gibiyiz. Çok bilinmezli denklemlerdeki basit formülleri göremiyoruz. Olmazlara o kadar çok inanmışız ki, olurlar burnumuzun dibinde de olsa göremiyoruz.
Kabulde olmayı denemek o kadar da zor değil aslında. İçindeki umudu kaybetmeden kabulde olmak, belki de hepimizin aradığı sihirli değnektir. Kader bize verilen yol değil, aslında kendi seçtiğimizdir…
Yolunuz İstanbul’a düşerse gezilebilecek çocuk merkezlerinden bazıları Avrupa Yakası’ndaki Legoland, Sealand, Jurassic Park gibi yerler... Bunlar çocuğunuzun hem eğleneceği, hem öğreneceği etkin merkezler.
Sealand’de diğer merkezlerden farklı olarak, hasta kaplumbağaların iyileştirildiği bir hastane bölümü var. Burası çocuklara hayvanların doğasına insanların ne kadar zarar verdiğini anlatmak için etkili bir yer... Kötüler ve iyiler aynı evrende yok ediyor ve var ediyor.
Legoland, lego seven sevmeyen tüm çocukların seveceği bir merkez. Burada yaratıcılığın nerelere varacağına tanık oluyorsunuz. Çocuklar kendi tasarladıkları lego arabaları yarıştırıyor. Legolardan yapılmış dünyadaki belli başlı tüm ülkelerin başkentlerini geziyor. Yazılım programları ile hareket kazanan lego dünyalarının içine kafalarını sokabiliyorlar. Legolardan oluşan bir havuzun içinde ailecek kaybolmak için iyi bir seçenek.
Jurassic Park ise dinazor sevmeyen bir erkek çocuğu olmadığını düşünen benim gibi anneler için ayrı bir keşif dünyası. Arkeolog olmaya heveslenebilir, yeni dinazor keşiflerini yapabilirsiniz.
İşin en güzel tarafı bu üç merkez de aynı semtte. Bir taşla üç kuş… İstanbul trafiği göz önüne alınınca, bulunmaz hint kumaşı. İstanbul’a sadece bu eğlence ve öğrenme merkezleri için bile gitmeye değer. İzmir’de de bu tür merkezlerin olması için hiçbir engel yok aslında, bu konuda sevgili yatırımcıların desteğini bekliyoruz. Turizm zor günler yaşarken, çocuk odaklı bir turizm eğlence yol haritası çizilemez mi?
Reyhan Tansu Şenay