Reyhan Tansu Şenay, Marmara Üniversitesi Radyo TV Sinema bölümünü bitirdikten sonra uzun yıllar çeşitli televizyon kanallarındaki çalıştı ve daha sonra İzmir'deki bir gazetede muhabirlik, editörlük ve yurtdışı yayınları koordinatörlüğü yaptı. İnsan kaynakları ve çocuk gelişimi üzerine eğitimler aldı. Şu anda pazar günleri TRT Kent Radyo'da yayınlanan Sen Büyürken adlı çocuk gelişimi programını ve Anahtar adlı kişisel gelişim programını hazırlayıp sunmaktadır. Bir erkek ve bir kız çocuğu annesi olan Şenay, aynı zamanda kendisine ait yazılarını mutlubiz.com sitesinde paylaşmaktadır.
İyi okullarda okumuş, o güne dek istediğim her şeyi kimi zaman çok çabalayarak, kimi zaman ise çok kolay sahip olmuştum. İstanbul’da çalışarak geçen üniversite yıllarım bana çok şey kazandırmıştı. Tatillerde ev özlemi ile İzmir’e her dönüşümde, öğrendiklerimin hızını bu şehirde bulamama hayal kırıklığı ile geri dönüyordum. Bilinen birçok televizyon kanalı ve prodüksiyon şirketinde gecemi gündüzüme katarken, istediğim tek şey başarılı olmaktı.
Çocukken hiçbir zaman “gelin olacağım” demedim ben. Ne olacağım konusunda karar vermemiştim ama okuma yazmayı öğrendiğim günden beri yazmayı seviyordum. Yazmak beni rahatlatıyor, okumak ise yeni dünyaları keşfetmemi sağlıyordu. Sırf kitap okumak için kafeye gittiniz mi hiç? Ben çok gittim. Herkes arkadaşları ile sohbet ederken deri koltuklara gömülüp, kahveni yudumlayarak, kitap okumak en sevdiklerimdendi. 40 yaşına geldiğimde okumadığım kitap kalmayacak gibi bir derdim vardı.
Sonrası tıpkı masallardaki gibi... O iş delisi kız bir gün evine döndü ve anne oldu. Onu kucağıma ilk aldığımda hiçbir şey bilmediğim gerçeği yüzüme tokat gibi vurdu. Her şeyi bildiğini zanneden ben, anne olmakla ilgili hiç ama hiçbir şey bilmiyordum. O kadar ki, hastane hemşireleri bebeği göğsümde emmesi için tuttuğunda bile bunalıyordum. Çünkü her şeyi hemen acilen yapmaya çalışmış bir İstanbul telaşı at koşturuyordu içimde. “Hemen emsin bitsin! Bu ne böyle uyuyor orada?” diyordum hemşireye, O da gülümseyerek, muhtemelen de içinden “Zavallı bebek” diye düşünerek, “Uyuyor çünkü çabuk yoruluyor annesi, daha bebek!” diyordu.
Hastaneden kaldığımız zaman en rahat ettiğimiz zamanmış aslında, eve çıkınca anladım. Sürekli birbirimize yapışık yaşıyorduk. Uyku diye bir şey kalmamıştı. İki saatte bir kalkıyor emziriyor, altını değiştiriyordum. İlk altını değiştirdiğimde çok ağırdım, hatırlıyorum. Bebeği nasıl tutayım, bezi nasıl koyayım, ıslak pamuk derken elim ayağım birbirine karışıyordu. O her şeyi hızlı hızlı yapan kadın gitmiş, yerine beceriksizin önde gideni gelmişti.
Pijamalarla o koltuktan, öbür koltuğa bebeğimle devrilirken, her ağlama nöbetinde onunla oturup, ağlıyor, “Bu nasıl büyüyecek ?” diye hayıflanarak, işe dönmek için can atıyordum. Diğer taraftan bağlanmıştım. Duygusal olarak tutkuyla, aşkla bağlanmıştım. Yanından bir saniye ayrılmıyor. Odadan 24 saat çıkmadan yaşayabiliyordum. Hatta bebek tebriğine gelirler ya, işte o bebek tebrikleri bile sıkıcıydı bizim için. Çünkü anne olmak çay, kahve ikramından öncelikliydi. Bir de her gelen kendi doğum hikayesini, kendi bebeklerini anlatıyordu. “Ben şöyle yaptım, sen de böyle yap”lar bitmiyordu. “Aman kucağına çok alma!”, “Aman ne bulursan ye, süt yapar!”, ayağıma giydiğim çoraptan, içtiğim hoşafa kadar her şey çocuğa bağlanır mı? Bağlanıyordu.
Oysa kimsenin bilmediği bir şey vardı. Anne olmak, herkesin bebeğiyle birlikte yaşayarak öğrendiği özel bir deneyim. Genel geçer kuralları var elbette ama her annenin bebeğini tutuşu bile farklıdır. Çünkü her kadın ve her bebek tek ve biricik…
Ama sanki tanıdığınız hatta tanımadığınız kimse bunu bilmiyordu. Sokağa çıkmaya başlayınca, herkes çocuğunuz hakkında en yetkili ve en bilgili öğretmen konumuna geçiyordu. Bebek arabasında huzurluca uyuyan bebeğinize bakıp, sonra size yargılayarak ve kızarak söylenen insanların bakışlarından uzaklaşmak mümkün değildi mesela. “Ay kafası düşmüş, boynu ağrır kızım” diye yolda durduranlar. “Kız mı oğlan mı” diye soranlar… Kışın hava çok soğuk niye çıktınız diyenler, yazın güneşin alnında çocuk parkta oynar mı diyenler… Diyenler de diyenler… Sizi hiç tanımayan, belki hayatında ilk kez görmüş olan insanlar, hakkınızda, en sevdiğinizi korumadığınızı iddia eder ve sürekli kafanıza acabalar yerleştirir. Sokaktaki herkes en iyi anne baba, siz ise dünyanın en yetersiz insanı haline gelmişsinizdir.
Bu psikolojiden çıkmak zordur. Hatta öyle bir bilinçaltınıza yerleşmiş bir koddur ki bu “yetersizlik” hissi, her sorun yaşadığınızda karşınıza dikiliverir. Hatta bebeğiniz hasta olduğunda bile… Acaba ne yaptım da hasta ettim diye düşünürken bulabilirsiniz kendinizi, ya da neyi eksik yaptım? Şahsen benim, çok uzun yıllarımı aldı bu yetersizlik duygusundan çıkmak.
Şimdi 2 çocuk annesiyim. Her hafta pazar günü saat 12.00’de TRT Kent Radyo İzmir’de çocukların sağlığı ve mutluluğu için “Sen Büyürken” isimli bir program yapıyorum, mutlubiz.com diye bir internet sitem var, yazılar yazıyorum ama yine de yine de o yetersizlik hissi çocuk söz konusu olunca beni hala bazen yakalıyor.
Bir gün oğlumun çocuk doktoru; “Çok ağladığında, onu kalbinizin üstünde tutun çünkü sizi hayatta en iyi tanıyan, kalp atışlarınızı tanıyan tek kişi bebeğiniz. Sizin sakin kalp atışlarınız onu sakinleştirecektir” dedi. Bu sözler annelik hayatımda duyduğum ve uygulamayı da çok sevdiğim en önemli düsturum oldu. Bugün bile oğlumun kaygılı anında ona sarılır, kalplerimizin atışlarını dinlemek için öylece kalırız. Çünkü öğrendim ki hayatımız boyunca sizi en iyi tanıyan, kalbinizin atışını bile okuyan tek kişi çocuğumuz. Aynı şekilde aslında sizin de en iyi tanıdığınız tek kişi “o” olacak. Büyüdükçe birbirinizden uzaklaşıp, çatışmaya başlasanız da, bir gün uzaklara gitse de bu hep böyle olacak. Siz hep anne, o da hep çocuk kalacak.
İnsan yavrusu dünyanın en mucizevi ve en yavaş büyüyen tek canlısı. Onun her anında yanında olma arzusu da kucağınıza alınca başlıyor. Anne ve babalık hayatta size hiç kimsenin öğretemeyeceği tek şey. Kim ne derse desin, ne okursanız okuyun... Bu satırlarda size ahkam kesen kısımlar görseniz de, o içimdeki çok bilmişliğe verin ve gülümseyin. Ben sadece farklı pencerelerden çocuklarımızın mutluğu için yapabileceklerini arayan bir yol arkadaşıyım. Arayışımda siz de var olun ve lütfen bana merak ettiklerinizi, içinden çıkamadığınızı hissettiğiniz kaygılarınızı, paylaşmak istediğiniz mutluluklarınızı yazın. Böylece birbirimizi dinleyerek, bizler daha sakin, tecrübeli ama en önemlisi mutlu büyükler olabiliriz belki de…
Sabır, sevgi ve kolaylıkla…
Reyhan Tansu Şenay