Yeni Bir Nefes

30 November 2016
Meltem ONAY

Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.

Yeni Bir Nefes

  • 30 November 2016
  • 966 Görüntülenme
  • YORUM

 

Yıllar sonra evlenip, Muğla’ya taşındığımda, bu küçük ilde neler yapabileceğim konusunda çok emin değildim. Aslında benim için çok zor olmayacaktı. Çünkü, zaten Muğla doğumluydum, ancak yıllar geçmişti aradan ve pek çok kişiyi artık tanımıyordum, sonuç olarak da burada yaşarken vaktimi nasıl geçireceğim konusunda karamsar bir tablo çiziyordum.

 

İnsanın kendini keşfetmesi ne yazık ki o kadar kolay olmuyor. Bir meslek sahibi olmuştum ama bu alan arzu ettiğim bir bölüm değildi. Bu nedenle de kendimi boşlukta hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Yaşamın bir döngüsü denir ya, benim de gazeteciliğe başlama ve yazma tutkum, bir gün yaklaşık 20 kişi Muğla’dan yola çıkarak  Avrupa Turu’nda uğradığımız Selanik’te, Ata’mızın evine olan ziyaretimiz ile başlayıverdi.

 

İnanıyorum ki, buraya gelen bütün ziyaretçiler,  Ata’mızın evine gidip, onunla ilgili olarak bir köşede duran “anı defteri” ne bir şeyler yazmışlardır. Ben de, büyük bir heyecanla uzun bir metin yazmaya başlamıştım ki, Muğla’da o dönemlerde matbaacılık yapan ve yerel bir gazeteye sahip olan dostum, bana dönerek: “Meltem, bu kadar yazmayı seviyorsun, haydi gel bizim gazetede yaz” demesi ile hayatımda yeni bir döneme başlamış oluverdim. Kısacası “Gazeteci” olmaya karar vermiştim.

 

Tabii ki, “gazeteci” olmak istiyorum diyerek, insanın kendisini “gazeteci” zannetmesi çok aptalca bir duygu. Çünkü bana göre “gazeteci olmak “ öncelikle çok fazla okuyucun olması demek. Yazarın okuyucuları, bugün neler yazmış diye gazeteye bakıyorsa ve beğeniyorsa, bence “gerçek gazeteci” böyle olmalıydı. Ancak büyük bir handikap vardı, çünkü bu konuda hiç eğitim almamıştım. Yıllar boyunca hatıra defterlerime yazmış olduğum yazılarımın ve şiirlerimin dışında “denemelerim” bile yoktu. Tek bildiğim, yazmayı seviyor olmamdı.

 

Yıllar içerisinde, anı defterlerim, günlüklerim benim çok tatlı yoldaşlarım olmuştu. Onları bir daha okuma şanslarım olmasa da, yazmak bir serüvendi benim için... İnsanların günlük hayatlarında karşılaştıkları olayları bir başkası ile paylaşmaya kararlı olması, anı defteri yazmaya benzemiyordu. Büyük bir sorumluluk da istiyordu.

 

Geçmiş yıllarda, gazeteye yazılarımın gönderilmesi ve basılması daha zordu. Evde bir daktilo yoktu, zaten bilgisayarlar da henüz yoktu; bu nedenle her yazımı öncelikle düzgünce bir kağıda yazıyor, sonra matbaaya elden götürüyordum. Matbaada dizgi yapan kişi de bir kez daha okuyor, bunun editörlüğünü yapıyordu.  

 

Bir  sabah, alışveriş yapmak üzere erkenden evden çıkmıştım. Uzun zamandır tanıdığım taksi şoförümüz Kemal Abi ile karşılaşmıştım. Beni görür görmez: ”Meltem, ne güzel yazmışsın yazını, buna benzer bir olay daha var, istersen seni bir ara bu bahsettiğim yerlere götürmek isterim” demişti. Birden günüm aydınlanmış ve bu dünyaya neden geldiğimi anlayıvermiştim. Belki sizlere çok komik gelebilir ama, 29 yaşıma kadar bu dünyaya neden geldiğimin pek farkına varmamıştım. Ancak bir kişinin birden önüme çıkarak, bana bir şeyler göstermek istemesi, ve benden bunları yazmamı istemesi olağanüstü bir olay olmuştu o an benim için..

 

Şunu fark etmiştim ki, “ben insanlar arasında iletişim kurabilen, köprü oluşturuveren” bir kişiydim. Bu keşif beni,  yeni bir karara götürüvermişti. Eğer bir işi yapacaksam, “ en iyiyi”  yapmam gerekiyordu. Pek çok yere giderek, buralarda gördüğüm, duyduğum olayları birilerine yazmam gerekiyordu. Bu öyle bir coşkuya dönüştü ki bir anda, daha fazla kitap okumaya; daha çok kurumlara ve işletmelere gitmeye, oradaki kişiler ile yüz yüze görüşmeler yapmaya ve sonra eve geldikten sonra, neler gördüğümü, nelerden etkilendiğimi yazmaya başlamıştım.

 

Yıllar bu yazılarımı biraz daha akademik hale getirdi. Daha bilimsel kaynaklara dayanak yazdığım akademik yazılarım olduğu gibi, tamamen duygusal ve anlık yazılar da yazmaya başladım. Hatta çok daha ilginç olanı, kızdığım zamanlarda bile kalemi ele almaktan kaçınmadım. Hatta çok iyi hatırlıyorum ilk defa, Muğla’da yaşayan bir milletvekili, o yıllarda Türkiye’nin ilk kadın valisi Lale Aytaman ile uğraşıyordu, onun tayinini çıkartmaya çalışıyordu. Bir hanım olarak, kendisini desteklemem gerektiğinin farkındaydım. Ve elimde sadece bunun içinde sadece “kalemim” vardı. Ucu sivri ve sadece hak yolunda inançlı bir kalem. Birisine haksızlık yapıldığında yazmaya başlamam da bu yıllarda öğrendiğim bir davranış şeklim olmuştu.  Yaşamım boyunca da, kendimden emin olduğum her alanda söz sahibi olmaya çalıştım. Ya da farklı bakış açıları ile olayları anlatmaya, yazamaya çalıştım.

 

Günler günleri kovaladı, arada bir ara verdim yazmaya; ama hep yazdım. Her gün yazamadığım zaman iki günde bir yazmaya başladım. O kadar farklı alanlarda ve farklı yerlerde yazıyordum ki, bu kadar konuyu nasıl bulabiliyorum diye kendime şaşıyordum. Bazen siyasetle, bazen annelik tavsiyeleriyle, bazen bir sivil toplum örgütçüsü olarak yazdığım yazılar ile bugünlere geldim. Bu süreçler içerisinde pek çok “şapkam” oldu. Her birinde farklı rollerim ve sorumluluklarım oldu. Bunları gerçekleştirirken, hep duygularımla hareket ettiğimi biliyorum. Ama bildiğim tek bir şey var ki; o da, eğer böyle olmasaydı belki de pek çok kişi için şu anda sevilen “Meltem” olmam mümkün olmayacaktı.

 

Kalemi yeniden ele aldığım bu günlerde, kelimeler ardı ardına dökülüyorsa, yazmayı özlemiş olmamdandır diyorum. Sevgiyi anlatan hep, kalemimdir. Sorumluluğu anlatan da yine kalemdir. Anıları, tutkuları, acıları, mutlulukları anlatan da kalemdir. Kalemi nasıl kullanırsan öyle şekil alıyor artık...

 

Benim kalemim “UMUT”tur. Benim kalemim “İNANÇ”tır. Ben “tutkularımı”, bu iki anahtar kelime ile şekillendirmeyi seviyorum. Eğer bir hedefim var ise, bu hedef her zaman insanlara ulaşmak oldu. Nerede olursam olayım,insanlara dokunmak istedim. Her dokunuşum, sevgiye dönüştü ve beni ben yapan özel değerler yeniden ve ölümsüz bir şekilde yerleşmiş oldu hayatıma ve kalbime…

 

Sevmeyi bilince, inançlı oluyorsun. İnançlı olunca tutkulu. Tutku insanı harekete geçiriyor ve senin gönül kapını çalıyor. Bu gönül kapısı sana yeni bir dünyanın çerçevesini çiziyor. Size bu dünyada yeni bir adım atacak “mekan” oluşturuyor. İşte bu mekan ise eviniz oluyor. Bu evi en iyi şekilde güzelleştirmek, parlatmak, tutkallamak sizin elinizde olduğu gibi, çirkinleştirmek, matlaştırmak ve donuklaştırmakta sizin elinizde oluyor. Her şeyde olduğu gibi, yeni bir umudu içinizde yaşattığınız müddetçe, yaşamı da kucaklamış oluyorsunuz.

 

Ben yazınca kendimi buluyorum, şimdi kendimi buldum ve “ben mutluyum” diyebiliyorsam, yazmanın bana uzattığı güçlü tılsımdandır. Bu tılsım, umarım yıllar boyunca okurlarıma “ışık” olur. Işık güçlü olursa, dibine de yansır ve pek çok kişinin hayatına farklı bir şekilde dokunur. Ben hep ayrılışta,  “Sevgiyle Kalın” derim. Ama bugün nedense “Sevgi Sizinle Olsun” demeyi istedim. Kalın sağlıcakla…

 

 

Meltem Onay


Yorumlar

Yorum Yap

500