Tarım: Ülkenin Kurtuluşu ve Umudu

31 May 2018
Meltem ONAY

Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.

Tarım: Ülkenin Kurtuluşu ve Umudu

  • 31 May 2018
  • 1038 Görüntülenme
  • YORUM


Tarım: Ülkenin Kurtuluşu ve Umudu


Ziraat Mühendisi ve tarımla uğraşan bir babanın kızıyım. Toprakla büyüdüm çocukluğumdan bu yana. Üniversitede meslek seçerken hukuk öncelikli bir bölüm olmasına rağmen, babamın “Türkiye bir tarım ülkesi, bu konular ile ilgili bir bölüm seçmeni tavsiye ederim.” sözlerinden etkilenerek, Peyzaj Mimarlığı bölümünü tercih ettim. Okumaya başlayınca bu bölümün benim karakterime uymadığına karar verdim; ancak çok geç kalmıştım. Geri dönmek için cesaret bulamadım ve bu bölümü istemeyerek de olsa bitirmek zorunda kaldım. Daha sonra bambaşka bir alana, “Yönetim Bilimi ve İletişim” alanına kaydım. Ancak o günlerde hep bir sıkıntıyı içimde hissettim. Bir şeyler ters gidiyordu.




Neredeyse dört etrafı denizler ile çevrili bir ülkede yaşıyorduk ve deniz taşımacılığı konusunda çok zayıftık. Güneşten nasibi alan, tarım alanları açısından bereketli topraklara sahip bir ülkeydik; ancak ne bitkisel ne de hayvansal tarım konularına yeterince eğilemiyorduk. Tarlada çalışan kişi sayısı gün geçtikçe azalıyor, mevsimler değişiyor, köyden şehre göç hızla artıyordu.
Ormanlarımız yanıyor, daha tembel ve işin kolayına kaçan bir ülke haline gelmeye başlıyorduk.
Yıllar önceki gözlemlerim böyleyken, şimdi bakıyorum da günümüzde artık bu olumsuz ortamlar daha da artarak nerdeyse hiç üretmeyen, bir topluluk haline geliverdik.




Bütün televizyonlarda ve çevre raporlarında dünyanın geleceği konusunda haberler duyuyor ve sanki bunların bilincin de değilmişiz gibi, dün ne yaptıysak devamını sürdürmeye devam ediyoruz. Birden bir şeyleri değiştirebilme gücüm olduğunu fark ettim. Durmayacak ve bir farkındalık yaratacaktım. Önceleri nereden başlayacağımı bilmiyordum. İçimden “Acaba bir çiftçi mi olsam?” dedim. Böylelikle “rol modeli” olur, pek çok kadın çalışanın bu konuya daha hassas davranmasına önderlik yapabilirdim. 





Sonra bu fikrimden vazgeçtim, başka bir başlangıç noktası bulmalıydım; ama nereden başlayacağıma karar veremiyordum. Bir gün İzmir'de Egiad ve Esiad tarafından düzenlenen bir konferansa katıldım. Sanayi 4.0 konusunda konuşma yapan Ali Rıza Ersoy, birden Tarım 4.0 diye benim şimdiye kadar hiç duymadığım bir konudan bahsetmeye başladı. Birden "aydınlanıvermiştim"; artık nereye odaklanacağımı biliyordum. Teknoloji doğru kullanılmaz ise kesinlikle tarım konusunda gelişmemiz ve üretim artışında bulunmamız mümkün olamayacaktı.
Heyecan içinde Yaşar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Levent Kandiller Hoca’mıza gittim. Birkaç yıl içinde üniversitenin, Hollandalılarla birlikte Tarım Teknolojileri Bölümü açacağını biliyordum. Yaşar Holding' in de bu yeni kafamdaki projeyi güçlendireceğine inanarak, İzmir'de özellikle tarım alanında güçlü iş dünyası insanlarını toplayarak “Tarımın, bir ülke meselesi” olduğunu söyleyerek bir başlangıç yaptım. Tarımın öncelikle, ülkemizde neden bu kadar geri gittiğini, çiftçinin neden küstürüldüğünün gerçek nedenlerini bilmem ve araştırmam gerekiyordu.




Bahsettiğim bütün iş dünyası insanları ile konuşmaya başladım. Bu arada Soner Yalçın'ın “Saklı Seçilmişler” kitabını okumam, bu yolculuğun hiç de kolay olmayacağını bana gösterdi. Çünkü değil sadece bir şeyler üretmemek, nerdeyse bütün ürünlerimizi dışarıdan ithal etmeye başlamıştık. Korkunç bir dar boğaza girmiştik. Çiftçinin ümidi yok olmuş, sanayici kaliteli ürünü bulamaz hale gelmişti. Devletin verdiği teşvikler ne tarımla uğraşanlara destek veriyor ne de yeni çiftçi modelleri dediğim genç insanlarımız, tarımla uğraşmaya niyetli gözüküyordu.

Böyle bir durumda ne olacaktı? Tek başına bir Meltem'in bu çok karmaşık bir konuyu, tek başına çözmesi mümkün gözükmüyordu.





Çevre, iklim, erozyon, su ve hava sorunları gibi insanlığı ilgilendiren sorunların yeniden gündeme getirilmesi gerekiyordu. Bir gün Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Arıcılık Anabilim Dalı’ndan bir hocamız: “Biliyor musunuz, arılar ne yapar?” dediğinde yanıt bile verememiştik. Arılar olmazsa, yaklaşık 15 bitki döllenemeyeceği için, bu bitkilerinin neslinin tükeneceğini bile unutmuştuk. Su fakiri ülkeler arasında üst sırada olduğumuzu bile bilmezliğe geliyor, suyu tarımda kullanırken ne gibi zararlar verdiğimizi, hatta tek tip ağaçlar dikerek, ormanlar oluşturarak toprağı ne kadar asidik bir ortama dönüştürerek verimsiz kıldığımızı bile bilemez olmuştuk. 




İlk defa Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nü boş yere okumadığımı fark ettim. Bütün aldığım bilgiler kafamda yeniden şekillenmeye başladı. Dünyanın dengesini bozarken, yeniden kurgulamak ve tasarlamak gerekiyordu. “Eve dönüş” projesi kapsamında yeni planlara girdim. İlk defa duyduğum “Sürdürülebilir Yaşam İçin Perma Kültür Tarım” felsefesini keşfettim. Doğanın kendi iç dengesini kurmak için kendime bir motto seçtim: “Temiz Gıda, Temiz Su, Temiz Hava ve Yaşayan Toprak”





Sihirli kelimeler bunlardı. Tarım yaparken kendi ata tohumlarımızı kullanmıyorduk, yurt dışından gelen tohumlar sağlığımızı tehdit ediyordu. Bilinçsiz ilaçlama ve hatalı her bir yöntem çocuklarımıza aktardığımız genetik kodlarımızı iyice bozuyordu. Her geçen gün sağlıksız nesiller doğuruyorduk. Kendi kompostumuzu yapamaz, çevreye yaydığımız asitler ile çevremizi daha çok kirletir olmuştuk. Toprak ana, bizlere artık iyice küsmüştü. Yıllar boyunca toprağın kalitesini bozarak onu ölü bir toprak haline getirmiştik. Enerjimizi üretemez, suyumuzu yeterli ölçüde koruyamaz ve kaybeder olmuştuk. 





Diğer yandan bedenimiz bizlere her geçen gün alarm veriyordu. Yanlış beslenmeler sonucunda her yıl binlerce, on binlerce kişi kanser gibi hastalıktan ölüyordu. Hayvanların nesilleri bitiyor, denizlerde binlerce balık nedensiz konular nedeniyle ölüyordu. 





Bunlara kim dur diyecekti? Aslında biliyorduk; bizleri koruyacak yeni toprağı canlandırmak zorundaydık. Canlanan toprak yeniden bizi bereketini verecekti. Toprak Ana, yeniden yaşamaya başlayacaktı. Bu umutlar ülkenin de geleceği olmaya başlayacaktı. 80 milyon üzerinde yaşayan ülkemizin geleceğe taşıyacağı tek umut “Tarım ve Tarım Ürünleri” olması durumunda, ülkenin eski değerleri de yeniden canlanabilecekti. Bu uzun yolculuk sadece bir kişinin isteği ile olmuyordu ne yazık ki... Sanayici, yerel yönetimler, kooperatifler, tarım kurumları, tarım ile ilgili bütün fakülteler artık bir arada çalışmak zorundaydı. Hatta sivil toplum örgütleri ve dernekler bile bu zor yolculukta birbirlerinin yanında olmak durumundaydılar.





Perma Kültür tarım uygulamaları, özellikle “Topluluk Bahçeleri” adıyla bu yolculuğun hızla ilerlemesinde küçük; ancak bir o kadar etkili bir yöntem. İnsanlar isterlerse kendi ihtiyaçları olan besinleri üretebilirler. Bahçelerinden topladıkları; sebze, meyve ve hayvan ürünlerini “Temiz gıda” olarak kullanmaya başladıkça, çevrenin ve iklim şartlarının ne kadar hızla değiştiğini gözleriyle görebilecekler. Herkes, bu besinleri tüketmek için birbirlerini zorlayacak. Toprak canlanmaya ve daha sağlıklı ürünler vermeye başlayacak.




Topluluk Bahçeleri’ne çalışan bütün insanlar, bilinçli olmayı gerektiren bu şartları özellikle kendi çocuklarına aşılamaya başlayacaklar. Tarım işiyle uğraşan kişiler arttıkça ve bu kişiler daha fazla kazanmaya başladıkça, ülkenin bozulan ekonomik dengesi de zaman için de artacak.




“Her olumsuzluğa rağmen, başaracağız” diyorum ve bu yolda mücadeleye vermeye de kararlıyım. Yalnız olmadığımı düşünüyorum. Siz ne dersiniz?



Meltem Onay

01.06.2018


Yorumlar

Yorum Yap

500