Saygı ve Sevgi Kültürünü Yaratmak

01 September 2021
Meltem ONAY

Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.

Saygı ve Sevgi Kültürünü Yaratmak

  • 01 September 2021
  • 1358 Görüntülenme
  • YORUM

Hayatımızın odağına bazen değerlerimizi koyarız, yani bizi biz yapan somut kavramlar. Bu kavramlar hayatınızı yaşadığınız sürece somut ifadeler olarak kalarak, daha soyut, daha sürdürülebilir, daha uygulanabilir hâle gelmedikçe, sadece söylemlerde kalır. Hatta, sınırları belli olmadığından, bazı durumlarda işin içinden çıkamadığınız tutum ve davranışlara dönüşür.

Benim hayat mottom içinde, “her şey sevme ile başlar” diye bir inanç sistemi vardır. Sevginin olmadığı yerde, saygının da güvenin de olamayacağını düşünürüm. Birçok kimse sevme sorununu ilkel biçimde ele alır ve sevme ediniminden çok, bir başka kişi tarafından sevilme olarak algılar. Yani “hep bana” dercesine konuya bakar, her daim sevileceğini düşünür. Doğal olarak sevmenin iki taraflı bir duygu olduğunu göremediği için, her daim hayal kırıklığına uğrar.

Neden birbirimizi sevmek ve saymak zorundayız?

 

Toplumun Yapı Taşı: Saygı

Saygı; bir davranış biçimidir. Kişi ve kişilerin, birbirlerinin yaşam alanlarına, fikirsel ve düşünsel farklılıklarına ön yargısız tutum sergilemeleridir. Bizler neden ve niçin birbirimize saygı duyarız? Çocuk yaşımızdan itibaren gerek ailemizden gerekse okuldaki öğretmenlerimizden kalıplaşmış sözler duyarız. Büyüklerinizi sayınız, otobüslerde yaşlıların oturmasına izin veriniz, büyükler konuşurken, konuşmayınız ve onlara saygı duyunuz. Bunlar sadece aklımda kalan bazı sembolik ifadeler. Belki sizler çok daha fazlasını söyleyebilirsiniz, ama konumuz bu örnekleri fazlalaştırmak değil. Önemli olan canlı ya da cansız herhangi bir şeye, neden saygı duymak zorunda olduğumuzu düşünmektir. Ya da saygı duyarsak isek, bunu nasıl gösterdiğimizdir.

Uzun yıllar akademik ortamın içindeydim. Öğrencilerim oldu, akademisyen arkadaşlarım, kendi anabilim dalımda çalışan çok daha değerli büyüklerim oldu. Sivil toplum örgütlerinde çalıştım, yönetim kurullarında benimle birlikte aynı amaca hizmet eden kişiler ile birlikte oldum.

Pek çok işletmede danışman ve eğitmen olarak çalıştım. Burada çalışan kişilere, önce kurumlarına sonra da birlikte çalışmakta oldukları kişilere saygı duymalarını tavsiye ettim. Oğluma çok küçük yaştan itibaren, herhangi ayrım göstermeden her tür meslek sahibi kişiye karşı saygı duymasını söyledim. Son yıllarda tarımla ve özellikle kooperatifler ile ilgileniyorum. Burada, kooperatif ortaklarının birbirlerine ne ölçüde saygılı olduklarını tespit etmeye çalışıyorum. Kısacası, farkındayım ki, bu kadar tavsiyelerime rağmen, ülkede ciddi bir “saygı” sorunu olduğunu görüyorum. Bunun nedenini de çok merak ediyorum.

Eğer “saygıyı” bizler, bir toplumun sürdürülebilir en önemli değeri olarak görmüyorsak, neyi, ne zaman kaybettik? Ya da hiç mi yoktu da bizler var olduğunu düşünüyorduk?

Haydi gelin hep beraber iç sesimize bir yanıt verelim ve benim sorduğum sorulara dürüstçe yanıtlar vermeye çalışalım:

-Sizinle aynı fikirde olmayan kişilere saygı duyar mısınız?

-Bir sohbet sırasında, ne ölçüde dinleyici konumunda oluyorsunuz?

-Teşekkür ederim sözcüğünü ne sıklıkta kullanırsınız?

-Karşınızdaki kişilerin duygularına ne kadar saygılısınız?

-Karşınızdaki kişilere, değerli olduğunu nasıl gösterirsiniz?

-Sağlıklı bir güven ortamı yaratmak için, önce saygılı olunması gerektiğini düşünür müsünüz?

-Ne ölçüde affedici bir kişisiniz?

Saygı ifadesini sadece canlılar hatta insanlar çerçevesinden bakmaya devam etmemiz durumunda, bütünün haklarına da sahip çıkılacağını öngöremeyiz. Tınaz Titiz’in yazmış olduğu bir yazıda çok hoşuma giden bazı ifadeler vardı. Titiz (1999); saygı en temel anlamıyla “zarar vermemektir” diyor. Buna kişinin kendisi de dahildir. Başkalarına zarar vermezken, kendinin de zarar görmemesini gözetmek, bir başka deyişle tarafların hiçbirine zarar vermemek demektir. Bu kavram zarar vermemek ya da “yarar sağlamak” biçiminde genişletilebilir. Bu nedenle zarar vermeyen bir şeyin varlığını kabul etmek, onunla birlikte yaşamayı kabul etmek, yaşam koşullarını ayarlayabilmek, canlı ya da cansıza saygı göstermek olarak algılanabilir.

Toplumun Yapı Taşı: Sevgi

Genellikle bir yazı yazarken, internette konuyla ilgili neler yazılmış olduğunu araştırıyorum. Gerçekten çok faydalı bilgilere de ulaşıyorum. “Sevgi sanatı” nasıl yaratılabilir diye merak ettim. Karşıma Eric Fromm çıktı. 1985 yılında çevrilmiş olan bu kitapta, Fromm yazmış olduğu kitabın yazılma nedenini; belli bir olgunluk düzeyine erişmeden kişinin sevgiye ulaşamadığını kanıtlamak olarak belirtiyor. Bu oldukça düşündürücü. Sevgi kavramını, kişinin karakterinin doğal bir parçası olarak gördüğümüzde büyük bir yanılsamaya düşebileceğimiz ortada. Peki bu olgunlaşma sürecinde, kişiler neler yaşıyor?

Eğer çocukluğunda ailesinden, çevresinden sevgi görmeyen biri olursanız, zaten sevginin de ne anlama geldiğini anlamanız mümkün olamayabiliyor. Sevmeyi sadece tek taraflı yani ben egolu olarak tasvir edebilirsiniz. Ya da hayatında hiç hayvanlar ile temasta bulunmayan birinin, hayvan haklarını savunmasını ya da hava sıcaklığı nedeniyle sokaklarda bırakılan su kaplarına tepki gösterebilirsiniz. Hayatınızda hiç tarım ile uğraşmamışsanız, gelen sel nedeniyle tüm mahsulü yok olan bir çiftçinin hâlini anlayamayız.

Yıllar boyunca, aile bireylerinden şiddet gördüyseniz, iş yerinizde ayrımcılık görerek, her daim ikinci planda bırakıldıysanız sizin o kişileri sevmeniz mümkün olamayabilir. Zaten siz sevmezseniz, karşı tarafın da sizi sevmesi mümkün olamayacaktır. Siz severseniz öncelikle, muhakkak karşılığını az ya da çok belki sizin kadar olamasa da alabilirsiniz.

Verdiğin kadar alırsın misali…

Sürdürülebilir Toplum ve Yaşam

Son günlerde çok sık duyduğumuz kavramlardan birisi “sürdürülebilirlik”. Tanım olarak çok açık; üretim ve çeşitliliğin devamlılığı sağlanırken insanlığın yaşamının daimî kılınabilmesidir. Başka bir ifadeyle, kendi ihtiyaçlarımızı gelecek nesillerin ihtiyaçlarından ödün vermeden karşılayabilmemizdir. Tanım açıklayıcı ama bunu bizler nasıl gerçekleştireceğiz? Sorun da burada zaten… İlk defa Koronavirüs salgını ülkemizde başladığında, pek çok kişinin sık sık söylediği bir söz vardı: “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”. Çok haklılardı, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Acaba, hangi değerler sistemi ile yaşamı bizler bundan sonra sürdürebileceğiz?

Eğer ki, bizler birbirimizi yeterli derece sevmezsek, saygı duymaz isek, bundan sonra ailelerimizde, iş yerlerimizde, sokakta, iş toplantılarında, sivil toplum kuruluşlarında, üniversitelerde nasıl davranacağız? Bencilce mi? Yani egoları yüksek bireyler olarak, sadece ben odaklı mı?

Dur demek mümkün mü?

Uzun yıllar kişisel gelişim ve iletişim konulu eğitimleri verdim. Kişinin kendini öncelikle fark etmesini ve sonrada kendini değiştirebilme gücünün formüllerini anlatmaya çalıştım. Bazen çok tepkiler aldım, “ben hep böyleyim değişemem” diyen kişiler olduğu gibi, “önce karşımdaki değişsin, sonra ben de değişirim” diyenler de oldu. Şimdi bakıyorum da hiç kimse kendisinden ödün vermek istemiyor. Bu bencilce bir davranış şekli ve ne yazık ki çevremizdeki pek çok kişi de aynı duygulara sahipler …

Geçtiğimiz günlerde Çam Limanı Akademi’nin yaptığı, Youtube kanalında olan bir söyleşiyi dinlemiştim. Mehmet Genç, semboller isimli sunumunda hayatımızı şekillendiren sembollerden bahsediyordu. Hemen size bir soru sormak istiyorum: “Çevrenizden her gün duyularınız ile aldığınız mesajlar, sizce ilk önce vücudumuzda hangi organımız alıyordur? dersiniz.

Bu aslında metaforik bir soru, bu nedenle de biyolojik olarak tam gerçekçi değil. Bu nedenle yanıtı, şematik bir gösterge olarak tanımlayın ve önyargısız kabul edin. Çünkü bilinen gerçeklerin dışında, dışarıdan aldığımız tüm mesajlar önce kalbimize gidiyormuş. Peki kalbe giden mesajlar burada nasıl algılanıyor?

 

Eğer sizin hayatınızda, yaşamış olduğunuz deneyimler “negatif” ise, yani sevilmediyseniz/sevmediyseniz, sayılmadıysanız/saymadıysanız, güvenmediyseniz/ güven vermediyseniz, doğal olarak gelecek olan tüm mesajları, kalp süzgecinizden geçirirken “negatif” olarak algılayabiliyoruz. Bu mesajlar beyne gidiyor ve burada yine akıl süzgecine takılıyor. Almış olduğumuz eğitimler, iş yerinde size verilen mesajlar/kodlar ile birleşiyor ve sonra da gerçek sembollere ve kalıplara ulaşıyor. Bunu değiştirmek ise, oldukça güçleşiyor. Çünkü tutum ve davranışları yeniden kodlamak uzun yıllar alıyor. Bu nedenle sürdürülebilir bir toplum ve yaşam için “değerlerimiz” yani bize rehberlik eden ilkelerimiz, eğer anlamını yitirdiyse, düzeltmek ve dönüştürmek tekrardan oldukça zorlaşıyor.

Saygı ve sevgi kültürü, nasıl yeniden yaratılabilir?

Davranış bilimcileri, sosyologların ve psikologların uzun yıllar çalıştığı konular içinde bu ve benzeri konular bulunuyor. Her bir işletme ve kurumda uygulandığı gibi, toplumun en küçük nüvesi olan aile ortamlarında da bu çalışmaları yapıyorlar. Önce kalıplaşmış tutum ve davranışları etkileyen değerleri tespit ediyorlar. Daha sonra bu değerlerin “çözülmesini” yani olası farklı değişiklikleri gruplara kanıtlıyorlar. Bunu yaparken kişinin ön yargısız, daha empatik, daha az bencil olmasını sağlatarak, değişimine imkân sunuyorlar. En sonunda da, yeni değerleri “dondurarak” değişimi dönüştürüp kalıcı hale getiriyorlar. Zor bir süreç, katılıyorum.

 

Ama bu ülkenin, bu dünyanın sürdürülebilir yaşam için, her bir bireyin çeşitli rolü ve sorumluluğu var.

 

Mutlu ve huzurlu bir yaşamın keşke “bir rehberi” olsa değil mi? Buna bakarak birbirimize “taahhütlerde” bulunsak ve o doğrultuda hedeflerimizi koyarak, çaba göstersek... Belki o zaman, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demekten vazgeçebiliriz…

 

Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevemez

Hiçbir şey yapmayan, hiçbir şey anlamaz

Hiçbir şey anlamadan, değersizdir

Oysa anlayan kişi, aynı zamanda sever, farkına varır, görür

Bir şeyin aslında ne kadar bilgi varsa daha fazla sevgi vardır.

Tüm yemişlerin böğürtlenlerle aynı zamanda olgunlaştığını düşleyen kişi, üzümlere ilişkin bir şey bilmiyor demektir.

Paracelsus

 

*http://tinaztitiz.com/2020/05/19/bugüne-kadar-ustune-alinmayanlar-artik-alinin-2/


Yorumlar

Yorum Yap

500