Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.
Ödül Almanın
Dayanılmaz Güzelliği
Herkesin hayatında “ödül almak” ile ilgili ilginç anılar ve belki de beklentiler vardır. Benim yaşamımda ise bu konudaki ilk beklentim yıllar önce televizyonda seyrettiğim bir film ile başladı. Ya daha önce hiç yoktu ya da bu filmi seyrettikten sonra aklıma düştü. O zaman “kim bilir belki bir gün ben de bir ödül alabilirim?” dedim.
Hepinizin bildiği bir film olduğunu düşünüyorum; “Akıl Oyunları”. Nobel ödüllü Amerikalı matematikçi John Nash’in hayatının anlatıldığı bu filmin sonunda, John Nash’i sahneye çağırıyorlar ve bütün gelenler onu ayakta alkışlıyor. Bu sahneyi gördüğüm zaman birden içimde garip bir fırtınanın koptuğunu, hatta itiraf edeyim ki, bir “kıskançlığın” patladığını söyleyebilirim. Sabah okula gittiğimde, hâlen filmin etkisinde kalmış olmalıyım ki, odaya giren asistanımıza: “Biliyor musun Emre’ciğim, dün ben bir film seyrettim ve çok kıskandım.” dedim. Benim ne demek istediğimi anlamayan asistanım, gözlerini açarak benden bir açıklama bekledi. Ben de aynı samimiyetle, bir film seyrettiğimi ve herkesin John Nash’i ayakta alkışladığını söyledim. Bunun üzerine, Emre bana dönerek: “Hocam, niye üzülüyorsunuz, sizin istediğiniz bu mu?” dedi. Ben de onun bu bakış açısını anlamayarak “evet” dedim. Emre sözlerine devam etti: “Haydi gelin hocam şöyle yapalım. Ben şimdi sınıflara gideyim, bütün öğrencileri toplayayım, siz de konferans salonuna geçin, ben bu öğrencileri salona getirdikten sonra, sizi sahneye çağırayım, sonra bir komut vereyim, bütün öğrenciler sizi alkışlasınlar, olur mu?” dedi.
İlk önce böyle bir teklif çok komiğime gitti, gülmeye başladım ve ”Yok Emre’ciğim, ben bu şekilde değil, insanlığa hizmet ettikten sonra alkışlanmak istiyorum.” dediğimde, ”Özür dilerim hocam, bunun için söz veremem.” dedi.
Aramızda yaşanan bu ilginç diyalog, yıllar içerisinde benim sık sık biraz komiklik olsun, biraz da motive etsin diye anlattığım güzel bir hikayeye dönüştü. Aradan yıllar geçti ve belki en yoğun yaşadığım bir yıl olarak ilan edeceğim bu yıla, bugünlere geldi. Yani, Konak Rotary Kulübü’nün başkanlığını yaptığım zaman dilimine…
Rotary Kulübü, bir meslek örgütlenmesi. Neredeyse 100 yıl önce Chicago’da kurulmuş, şu anda dünyada on binlerce üyesi ve şubesi var. Böyle bir grubun üyesi olmaktan çok büyük mutluluk duyuyorum. Ben de yaklaşık on beş yıldır bu kulüpte, farklı projelerde yer alarak, gücümün yettiğince çalışıyorum. Rotary’de ilginç bir başkanlık sistemi vardır. Yönetim kurulunda genellikle beş kişi bulunur. Başkan sadece bir dönem yani tam bir yıl başkanlık yapar ve sonra normal bir üye olarak aktivitelerine devam eder. Yani yönetim kurulunda görev alanlar sırasıyla bütün görevleri yaparlar, sonra da tam bir yıl boyunca çalışır, hayalinde kurduğu bütün planları ve projeleri yerine getirir.
Bir yıl önce, 1 Temmuz’da göreve başladığımda kafamda onlarca proje vardı. Bunların hepsini bir sıraya dizdiğimde, nasıl başaracağım, nereden başlarsam doğru yol alırım diyordum. Kulübümde ilk defa bütün bu projeleri söylediğimde, herkes dönüp, hiç üzülme aklından geçenlerin yarısını bile yapsan büyük başarı demişti. Fakat ben “İyi de laf olsun diye ben bunları söylemedim ki?” demiştim. “Hepsi sırasıyla olacak ve dönem bittiğinde ise arkamda bırakacağım sadece mutlu gözler ve sevgi dolu kalpler olacak” demiştim.
İlk olarak “Görmeyen Dostlarımız” için 8 adet TANDEM’li bisiklet aldık. Aldık ifadesini bilerek kullanıyorum; çünkü Rotary Kulüpleri her ne kadar toplumda, daha varlıklı kişilerin bulunduğu bir yapılanma olarak bilinse de, etik olarak asla hiçbir üyemizden para almayız. Böyle olunca da ya sponsor bulmak durumunda kalırız ya da bu proje için gerekli olan parayı bulacağımız sosyal aktiviteler düzenleriz. Bu benim için zor olduğundan, ben birinciyi tercih ettim. Accell-Bianchi bisikletlerinin fabrikasına gittim ve genel müdüre projemden bahsettim. Anıl Bey, “Harika bir proje ama üzgünüm, parasız olmaz” dedi. Bizde para yok, heyecan var, tutku var ve elde sıfırlı bir tablo var. Ancak tam bu arada inanılmayacak güzel bir mucize oldu. Bir dostumuz bana sponsorluk desteği vereceğini söyleyen üç firmadan bahsetti. 8000 liraya ihtiyacımız vardı. Bu üç firma bize bu parayı gönüllü olarak vererek, projemizi başarıyla tamamlamamıza yardımcı oldu. Hemen arkasından “Girişimcilik Panayırı” isimli projemizde, özellikle dar gelirli ailelerin bulunduğu mahallede yaşayan çocukları örgütleyerek işe başladım. Onların büyük bir alışveriş merkezinde kendi ürünlerini satarak gelir elde etmelerine imkân sağladım. Hemen arkasından yine aynı mahallelerde “Deniz Yıldızı” projesi ile üstün yetenekli (Bilim, Resim, Müzik) öğrencileri tespit ederek onların iki gün boyunca çok önemli öğretmenler ve mühendislerden eğitim almalarını sağladık. Uluslararası Satranç Turnuvası, Uluslararası Resim Yarışması derken, bir gün Kültür Tenis Kulübü’nün Yönetim Kurulu Başkanı beni telefonla aradı.
Bu sene İnsanlığa Hizmet Eden, İzmir’deki 5 kadından birisi olduğumu söyleyerek, ödül vereceklerini söyledi. Önce şaka zannettim, sonra herhâlde küçük bir tören yapılır dedim. Ancak bundan tam bir ay önce, Fuar’da bu ödül için anons edildiğimde, aklıma birden yıllar önce seyrettiğim John Nash’in sahnedeki hâli geldi. Elime kocaman bir plaket verdiklerinde, bir de benden küçük bir konuşma yapmam istendiğinde, şükrediyordum. Yıllar önce “insanlık yolculuğuna” çıkmayı hayal ettiğim an ve anılarımı yaşamaya başlamıştım.
Ne garip değil mi, hayalini yıllar önce kurduğun bir dilek gerçekleşmişti. Bana bu ödülü neden vermişlerdi. EVET; ben kendime verdiğim bir sözü tutmuş, başkan olur olmaz yazdığım 10 projenin neredeyse 7’sini gerçekleştirmiştim. Ama yapılacak daha 3 yeni proje daha vardı. Ben bunları yapacağımı söylerken aklımda ne bir ödül almak, ne de bir beklenti vardı. Ama ne mutluydum ki, hepsi çorap söküğü gibi ardı arkası gerçekleşmişti. Yaşamım boyunca hiç şımarmayan birisi olarak yola devam edip onuncu projemi gerçekleştirinceye kadar yoluma devam edecektim.
Yaşamım boyunca, kadınlar ve çocuklar hep önceliğim olmuştu. Geriye kalan projelerde özellikle ilköğretim okulu öğrencileri vardı. Bu sene hem TEGV hem de EÇEV’in öğrencileri ile içli dışlı olmuştum. Bu nedenle yine onlarla birlikte olacağım son projeler beni mutluluk ötesi mutluluğa taşıyordu ve sonunda bütün projeler 23 Nisan Çocuk Bayramı ile sonlanmış oldu. Kulüp üyesi arkadaşlarım, yönetim kurulum artık arkamdan koşmaktan vazgeçmişler, beni takip eder gibi yapıp, sonra geride kalıp, son anda da final yerine gelerek yanımda olduklarını gösterir hâle gelmişlerdi.
Bir enerji patlaması yaşıyordum. Yaptıkça coşuyor, sevildikçe daha çok işler yapmaya başlar hale gelmiştim. Yorgunluk duygusu şekil değiştirmişti. Gece yatarken yatağımda gülümsüyordum ve o kadar huzurla uyuyordum ki, anlatamam.
Her şeyin bir sonu nasıl oluyorsa, bizim de dönem sonu konferansımız olacaktı. Bu konferansa genellikle büyükler “hasat mevsimi” derler. Yani tam bir yıl boyunca ne yaptığın işte böyle bir günde ya ödüllendirilir ya da olsun yine de çok başarılıydın denilir. Yola çıktığımda hiç bu son anı düşünerek yaşamamıştım. Arada bir aklıma geldiğinde bunu zaten kendi kulübüm için yapıyorum desem de, garip bir huzursuzluk da yaşamıyor değildim. Çünkü benden önceki başkanlar bu kulübü bir yerlere taşımışlardı. Ve onların katkıları vardı, peki benim katkım ne olacaktı ya da olmuştu? Ödül neydi, ya da neden ödül önemliydi. Ben ödül aldığımda ya da alamadığımda acaba ne hissedecektim. Ne kadar garip bir duygu yaşıyordum. Hasat mevsimi ve bir yılın faturası…
Ödül günü, ödül salonu, ödül alanların sesi, sunucunun sözleri derken, birden birisinin yanımda fotoğrafımı çektiğini fark ettim. Ortak bir whatsapp grubundaki telefon sesi üzerine dikkatimi elimdeki telefonuma yönlendirdim. O da neydi, grupta paylaşılan fotoğraf benim fotoğrafımdı. Gözleri dolmuş, korku, heyecan, bekleyiş, umut, sevgi gibi çeşitli duygularla bir sonucun ne olacağını bekleyen bir kadın bana bakıyordu. Gördüklerim buydu, ne kadar ilginçti, böyle göründüğümü bile fark etmemiştim.
Sonunda konuşmacı ilk başarılı beş kulübün adını sayarken, birden bizim kulübün de adını söyledi. Yanımda duranlar: “Haydi kalk, seni çağırıyorlar” diyorlardı. Süzülür gibi, uçar gibi yerimden kalktım ve koşarak sahneye çıktım. Sonunda garip bir tarihsel görüntü yaşamımın bu anında, gerçekleşiyordu. John Nash, bir Nobel Ödülü alırken, ne kadar mütevazı olmuştu, ne kadar doğal hissetmişti ya da kendiyle ne kadar gurur duymuştu bilmiyorum ama ben 10 yepyeni projem ile onlarca kadına, çocuğa, erkeğe, aileye dokunarak “insanlık yolculuğumu” bir sahnede tamamlamanın onurunu yaşamaya başlamıştım.
Gözlerim artık dolmuyordu, ama yüreğim pır pır uçuşuyordu. Tatlı bir meltem sessizliğini yaşıyor, içimdeki devleri uyandırmamaya çalışıyordum. Ödül işte böyle bir şey, dedim içimden, küçük bir dokunuşun buluşma noktası. Yaptıklarının sonu, kendine olan ödülün, sevdiklerine yönelik hediyen.
Başkanlık unvanı sadece bana bir “araç “olmuştu. Bir şeyler yapabilmem için vesile yaratmıştı. Koordineli olarak çalışıp, ben de bunları gerçekleştirmiştim. Lider olamamıştım, arkamdan birilerini sürüklememiştim ama, çok daha önemli bir görevi yerine getirmiştim.
ÖNDERLİK yapmıştım, ÖNCÜLÜK yapmıştım, ROL MODELİ olmuştum. İşte benim tam bir yıllık başkanlık maceram, bir hasat mevsimi sonunda, toz pembesi bir rüya gibi sona ermişti. İnsanlık yolunda, sevgi çerçevesinde, sınırlı kalpler ile sonlanmış bir AŞK HİKAYESİ olmuştu yaşamımın bir döneminde. Yıllar sonra gözlerimde bir pırıltı, dudaklarımda tatlı bir gülümseme, ellerimde bana verilen bir cam parçasının bana verdiği HAZ ve MUTLULUK, hiç unutmamış olacağım birikimlerim olacaktı. Ve yıllar sonra diyecektim ki; ödül almak gerçekten çok ama çok güzel bir duyguymuş.
Meltem Onay
01.06.2017