Kalbimdeki Ben, Kalbimdeki Seni Selamlıyor

31 July 2017
Meltem ONAY

Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.

Kalbimdeki Ben, Kalbimdeki Seni Selamlıyor

  • 31 July 2017
  • 944 Görüntülenme
  • YORUM

 

Kalbimdeki Ben,

Kalbimdeki Seni                    

Selamlıyor

 

Yaşamımın her anı heyecan içinde geçiyor gibi geliyor bana. Sabah kalkıyorum ve bir yola çıkıyorum. Aslında nereye gideceğimi biliyorum, kimlerle konuşacağımı ve neler yapacağımı; ancak bu kesişen noktalar arasında her an bir farklılık ve sürpriz ile karşılaşıyorum. Belki de beni “ben” yapan bu duygularım diye düşünüyorum: Böyle olunca da hayatın akışına kendimi kaptırarak, yeni bir güne ve haftaya “merhaba” diyerek başlıyorum...

 

 

Bu sabah, değer verdiğim bazı grup arkadaşlarıma “günaydın mesajı” yolladım. Bir yandan da itiraf etmeliyim ki, yanlış yaptığımı bilsem de araba kullanmaya devam ettim. Trafik durdukça, mesajlarıma bakıyorum ya da karşılık veriyorum. Sonra birden çok anlamlı bir karşılık aldım bir dostumdan. Bana; “NAMASTE” diyordu. Gülümsedim, birkaç ay önce kendisi ile yoga deneyimlerine başlamıştık. O devam ettiği halde, ben yine iş yoğunluğum ve önceliklerim nedeniyle kısa bir ara vermiştim başlayamadığım yoga derslerine. Fakat namaste kelimesi birden içimi ısıtıvermişti. Yazacağım yazının başlığı ve konusu haline gelivermişti aniden… Eve geldiğimde hemen internete girerek “namaste”nin tam olarak ne anlama geldiğine baktım.

 

“Bir öğrencinin eğitmenine saygısı olarak algılansa da aynı zamanda eğitmenin de öğrencisine saygısını anlatır.” diyordu ve “İki kişi arasındaki enerjinin ortaya çıkardığı bir bağdır.” şeklinde devam ediyordu. Yani; kalbimdeki ben, kalbimdeki seni selamlıyordu. Bu ne kadar anlamlı bir cümleydi... Kendimi tanıyordum ve ben buna içimdeki “ben” diyordum. Peki, hiç içimdeki “sen”i tanımamış mıydım? Ya da ona ben ne diyordum?

 

İnsanın içindeki seni keşfetmesi çok zaman alıyor genellikle, bunu hepimiz biliyoruz. Kendimizi tanıyıncaya kadar eşlerimizi seçiyoruz; kariyerimizi tercih ediyor ve hatta çocuk sayımızı bile çoktan hesaplayıp dünyaya getiriyoruz. Sonra birden bir karar veriyor, boşanıyor, dağları deviriyor, gemileri yakıyoruz.

 

Namaste bizim için benim değil, “senin” de önemli olduğunu öğretiyor bize. “Sen” kim o halde? Ben bu duygu halimle bu yazımda hayatımda önemli olan bir kişiyi yani kız kardeşimi anlatmak istedim sizlere... Böylelikle onu “sen” olarak tanımladığımda, neye saygı duyduğumu daha iyi anlamış ve anlatmış olacağım. Böylelikle “içimdeki sen” çok zevkli yaşam yolculuğumda, benim yol arkadaşım oluverecek aniden… Anılar yaşam şeridinden ardı ardına geçerken, yaptığım bazı hataları anlamaya başladım. Bu ise beni bir başka yolculuğun adımlarına yöneltti cesaretle... Çünkü nedense hepimiz, her konuda her zaman cesaretli olamayabiliyoruz. Hele ki, yaşlar ilerledikçe bu cesaret ya azalıyor ya da kayboluyor. Galiba benimki olağanüstü bir tempoyla çalışıyor ve beni bazen yerden yere vurarak değişime zorluyor.

 

 

Bu durum ise ne ilginçtir ki beni hiç yormuyor veya şaşırtmıyor! Geçmiş hatalarımı görmek, beni dehşete düşürse de yaşanacak yıllarım için müthiş bir deneyim sunuyor.

 

Kız kardeşim ile aramızda yaklaşık 4,5 yaş var. Bu yaş farkı, birlikte üniversiteye gidinceye kadar ciddi bir sorun oldu. Ben abla iken, o çocuk oldu. Ben evli iken, o halen bir genç kızdı. Birimiz beyaz derken, diğeri siyah dedi. Birimiz saçını uzatırken, diğeri kısa kestirdi. Bunu şüphesiz, mizansen olsun diye yazarak aslında ne kadar acımasız olduğumu anlatmak istedim. Aslında tabii ki insanlar doğası gereği farklı olacaktır diye konuya başlasam, belki bu karmaşaları hiçbirimiz yaşamamış olacağız ama olsun, yine de hatırlatmak gerekiyor “ak ve kara”yı, “güzel ve çirkin”i.

 

İki katlı cumbalı bir evde büyüdük ikimiz de, alt katta babaannem yaşardı ve biz bütün yazı iki kat arasında yaşayarak geçirirdik. Yemekler aşağı katta yenir, sonra da yukarı çıkılırdı. Annem ile babam aşağıda kalmayı tercih ettikleri için, biz iki kardeş yukarı çıkarak kendi hayatımıza dönmek isterdik. İyi de, ciddi bir sorun vardı yukarı çıkarken... Karanlık bir gölge vardı ve ben bu yerden geçerken çok korkardım. Bu nedenle yalnız gitmek bana hep zulüm gelirdi. Kardeşime rüşvetler teklif ederdim, birlikte çıkmak için. Rüşvet mi güzel gelirdi ya da benimle olmak mı bilmiyorum; ama hep o önde, ben arkada çıktık merdivenleri yıllar boyunca…

 

 

Aynı tempo okul yıllarında da devam etti. Üniversite koridorlarında karşılaştık, evden aynı anda çıktık. Karşıyaka sokaklarında bazen küs yürüdük, bazen otostop yaparken güldük. Sonra yollarımız birden ayrıldı. Ben evlendim, uzak diyarlara gittim. Bana bir gün bir mektup yazdı: “Mutlu musun bilmem; ama seni çok seviyorum, canım ablam” diye... Aslında bunun bir anlamı olduğunu yıllar sonra, o eşinden ayrıldığı zaman anladım. O bana bu soruyu sorarken, ben ona bu soruyu neden hiç sormamıştım? Bu kadar bencil nasıl olabilmiştim? Onun duygularına ne kadar da duygusuz kalabilmiştim, hangi bahaneler ile kendimi avutmuştum ya da halen avutmaktaydım? Kollarımı açıp onun bana sarılmasını, hatta doya doya ağlamasını ne kadar engellemiştim.

 

Bugün “namaste” bana içimdeki “seni” bir kez daha hatırlattı. Bencil “beni” ortaya çıkarırken, “seni” aslında ne kadar ihmal ettiğimi bir kez daha hatırlattı. Birini selamlamak ne demektir biliyor musunuz? Ona koşulsuz bir şekilde “seni seviyorum” demektir. Koşulsuz bir şekilde kollarını açmak demektir. Duygu selinin arkası kesilmeden, lütfen sevdiklerinizi ihmal etmeyin demek istedim bugün.

 

Sizi hep seven ve koruyan kişileri görün çevrenizde. Kimler bunlar? Eşinizden ve çocuklarınızdan çok daha yakın kişiler var bazen arkanızda. Kim bilir, belki de yanınızda... Yürüyor ama konuşamıyor; yüzüyor ama uçamıyor. Yine de hep yanınızda. Elinizi arada bir uzatın bakın bakalım, hiç tutan var mı?

 

Ben geç de olsa kardeşime, “Sen bana yıllar önce 'mutlu musun?' demiştin ya, şimdi ben sana soruyorum, seni mutlu etmek için ne yapabilirim?” diye sorsam, yanıt alabilir miyim acaba? Bir denemeye değer diyorum. Neden mi? Daha yaşanacak kaç yılımız var bilmiyoruz. Kaçırmayalım kalan yılları...                             

 

 

 

Meltem Onay

01.08.2017


Yorumlar

Yorum Yap

500