Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.
Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, yaşantı biçimi daha geniş anlamıyla maddi olmayan kültürdür. Göreneklerimiz ise; örfe, âdete, geleneğe bağlı olmasına rağmen, yaptırım gücü oldukça zayıftır. Günümüz toplumlarında yaşam tarzları bakımından kapalı olan toplumlar; gelenek ve göreneklerine, açık olan toplumlara göre daha çok önem vermekte ve sahip çıkmaktadırlar. Örneğin; Bizim yaşam şeklimiz, giyim kuşamımız, yemek kültürümüz, kız istemelerimiz, düğünlerimiz, hasta ziyaretlerimiz, taziyelerimiz, asker uğurlamalarımız, sünnet törenlerimiz, misafir ağırlama anlayışımız, kahve kültürümüz, bayramlarımız, hacı uğurlamalarımız ve daha birçok manevi unsurlarımız gelenek ve göreneklerimizi oluşturan aynı zamanda güçlendiren yapı taşlarımızdır.
Bilinçli bireylerin bir araya gelerek oluşturdukları toplumlar karşılaştıkları sorunsalları çözme aşamasında farklı yollar izlemişlerdir. Çözüm süreçlerini etkileyen önemli üç etken; ülke insanının bulunduğu coğrafi konum, aile yapısı ve dindir. Etrafı denizlerle kaplı olan bir adada yaşayan insanın düşüncesine etki eden unsurların, hiç deniz görmeyen insanın düşünce yapısına etki eden unsurların farklılığı gayet doğaldır. Düşünmek insana bahşedilen en muazzam lütuftur. Bir düşünceler zinciri kuracak olursak insan aklı durmadan çalışmaktadır.
Her parçanın, maddenin küçük yapıtaşları bulunmaktadır. Toplumun da en küçük yapıtaşı veya birimi ailedir. Aileleri oluşturan bireyler, topluma sağlayacakları katkılardan ötürü toplum tarafından önemsenir ve eğitim almaları gerektiği konusu ciddileşir. Ailede eğitim önemlidir. Devletin bireyler üzerinde uyguladığı yaptırımlar hem bireysel hem de toplumsal fayda veya zarar getirir. İlk eğitimini anneden alan çocuğun düşünce yapısı etrafında gördükleri ile şekillenir. Türkiye’de genelde ekmek yere düşünce hemen onu alıp, üç kere öpüp alnımıza değdirip, yüksek bir yere konulur. Bunu gören çocuk sorgulamaya zaman bulamadan kendini uygulama alanında bulur. Ekmeğe olan saygısı artar. Bu böylelikle onun için bir görenek haline gelmiştir. Bu örnekten anlaşıldığı gibi bir görenek düşünce yapısını rahatlıkla etkileyebilir. Bir de olumsuz yönde etkileyen geleneklerimiz vardı. Asker uğurlaması ve düğün konvoylarının çevreye verdiği rahatsızlık gibi... Bu geleneği uygulayanlar çevreyi düşünmezler. Yaptıkları bir zorunlulukmuş gibi üste çıkarlar. Uyuyan birisini rahatsız mı etmişlerdir, hasta birisinin ağrılarını daha da arttırmışlardır, onlar için çok da önemli değildir. Varsa yoksa, “bencilce” duygulardır. Akıl ve fikir yürütmeye pek de gerek yoktur.
Gelenek ve göreneklerimizin, aslında yaşamımızı ve düşüncelerimizi de şekillendiren unsurlar olduğunu anlamak için Zümrüt Nahya Hocamızın yapmış olduğu bir çalışmadan bazı örnekler vermek konunun çok da güzel açıklanmasına yardımcı olacaktır. Çünkü, toplumların yapılarını oluşturan gelenek ve göreneklerimiz, içinde doğduğumuz ve içinde yetiştiğimiz ülkenin kültürünü de olumlu yada olumsuz olarak etkilemekte, ve toplumların çağdaşlık düzeyindeki yerini belirlemekte önemli bir anahtar olmaktadır.
Nahya, yaşamın ilk önemli döngüsünü “doğum” olayı ile başlatmaktadır. Daha ilk adımda gördüğümüz “kız-erkek çocuk ayrımı” bir ülkede kimin, neden, daha fazla önemsendiğini bizlere göstermektedir. Erkek çocuğa mavi renkli yatak takımları ve giysiler hazırlanırken, erkek çocuk dünyaya getiren annelerin toplumsal prestiji artarken; pembe takımlar içinde kız çocuk dünyaya getiren annelere, soyun devamına katkısı olmadığı düşünüldüğü için, halen aşağılanan, itibar gösterilmeyen evler, aileler ve bölgeler vardır ülkemizde..
Kız çocuk mu okusun, erkek çocuk mu okusun sözleri halen geçerliliğini korumaktadır Türkiye’de. Kız çocuğun okuması ayrı bir derttir aileler için özellikle babalar için, okumasa da ayrı bir sorun. Çünkü kız çocuklarının başlarında ciddi bir dert vardır. “Namus” konusu.., Ailenin namusu bildiğiniz gibi ailenin “kızlarından” sorumludur.
Evlenme dünya toplumlarında olduğu gibi ülkemizde de önemli bir toplumsal olaydır. "Kız beşikte, çeyiz sandıkta" denir ve küçük yaşta kızlara çeyiz yapılmaya başlanır. Kıza senelerce çeyiz nedeniyle masraf edilmiştir buna bir de iş gücü kaybı eklenince doğal olarak başlık parası alınmasın da ne yapılsın? Acaba alınan başlık parası bu masrafları karşılamakta mıdır? Kimi kız babaları başlığı kızın evliliği için harcadığını ifade ederse de çoğunluk bu parayla evin bir eksiğini giderilmektedir.
Başlık parası, ev eşyası vb. için çok masrafa giren oğlan tarafı bir de takı yükünün altına girerek yıkılmaktadır. Sonuçta bu altın takılar gelinden alınır, borç harç ödenir. Her ne kadar bu durum saklanmaya çalışırsa da gerçek budur. "Madem takılar borca harca gidecek ne diye bu kadar çok ya da ağır takı oluyor, bir iki bir şey olsa da gelinde kalsa daha iyi değil mi" sorgulaması yapılmaz; "göreneğimiz böyle, olur mu kızımız az takıyla gelin oldu bak Hatçe'nin kızına ağırlığınca altın takıldı biz ondan aşağı mı kalalım" düşüncesi hakimdir. "Acaba ağırlığınca altın takılan Hatçe'nin kızı mutlu mu; sağlıklı mı; yeni yuvasını ve eşini seviyor mu?" soran yoktur, inceleyen yok hattı bunu düşünen yoktur; göreneğimiz böyledir sadece... Değişirse ne kaybolacak; prestij, statü. "Kızı okumuş, doktor olmuş, yöre insanına sağlık getiriyor" dense kazanılan prestij daha yüksek ve daha önemli olmayacak mıdır? Başlık parası, takı parası kazanma gerekçesiyle gurbete gitmek ayrı bir çileyi beraberinde getirmektedir. Bu çileyi belki babası, belki amcası, belki ağabeyi de çekmiştir. O yüzden aile çok iyi bilirin ama nasıl bir gelenekse bu çileyi çektirir hep insanlara. Şan, şeref, desinler adına uygulanan bir gelenek ama her şeyin üstünde.
Aslında “görgüsüz bir millet” olduğumuzu hepimiz ne kadar biliriz bilmiyorum geçen gün www.ödevi.org sayfasında: bir soru vardı.Diyordu ki: “Gelenek ve toplumsal birikimin, toplumların ilerlemesinde önemli nedir? “ Bu soruya, 10 yaşında bir öğrencinin verdiği yanıt oldukça etkileyicidir. İsmi belli olmayan okuyucu “İçinde bulunulan toplum bilime ve sanata önem veriyorsa, o toplumdaki yeni bireylerden bilim insanı ve sanatçı çıkma olasılığı yüksektir ve çok başarılı eserler de vermeleri mümkün olabilecektir” şeklinde yanıt vermiştir. Bu yanıt aslında “aklın ve bilimin” kabul gördüğü her yerde nelerin de değişeceğini göstermesi açısından çok önemli bir sonuçtur.
Gelenek ve göreneklerimizin devamlılığında, sadece bizlere değil bundan sonraki dönemlerimizde çocuklarımızın ve gençlerimizin de kabul edeceği, akıl yoluyla çözebilecekleri bir “bilgi dağarcığına” sahip olmamız gerekmektedir. Geleceğin gençleri her şeyden önce “sorgulayan ve okuyan” kişiler olmaları durumunda, afaki dediğimiz, yani tamamen varsayımlara, belki de hurafelere yani yanlış inançlara meydan verecek “gelenek ve görenekler” zamanla ortadan kalkacaktır. Bu gelenekleri sürdürmek ve kabul görmesini sağlatmak istiyorsak şimdiden, adımlarımızı doğru atmak zorunda olduğumuz kesindir. Yoksa, bizler aynı masalı her gün dinler; dinledikçe ne yazık ki doğru olduğuna kendimiz bile inanır hale geliriz; ki, bu durum, gelecek ise ciddi bir yatırım değil, geleceğin yok olmasına neden olacak örf ve adetler şekline dönecektir. Bu da; hiç istenmeyen bir durumdur. Ne dersiniz?
Meltem Onay