Dünyanın Hangi Katmanında Yaşıyorsunuz?

30 April 2015
Meltem ONAY

Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.

Dünyanın Hangi Katmanında Yaşıyorsunuz?

  • 30 April 2015
  • 1257 Görüntülenme
  • YORUM

Dünyanın Hangi Katmanında Yaşıyorsunuz?

1994 yılında tam 29 yaşındayken (halen 29 yaşındayım) akademik hayata “merhaba” dediğimde, önümde muhteşem bir sosyal çevre vardı. Bu çevre tam bir araştırma sahasıydı. Bir sosyal bilimci için, bundan daha güzel bir malzeme olamazdı. Yıllar içerisinde cezaevlerinde, gecekondularda gezindim. Her kadının yaşam öyküsü beni heyecanlandırdı. Kocasından dayak yemesine rağmen, başka seçeneği olmadığı için evden ayrılamayan kadınların, kızına tecavüz etmek isteyen üvey babayı baltayla öldüren köylü kadınlarının; aile şirketleri ile ilgili araştırmalar yaptığımda ise şirket ortağı kardeş eşlerinin, tatlı rekabetlerine kadar çeşit çeşit anı dinledim. Bir kurumun ya da şirketin en üst düzey yöneticisi olmak isteyen kişiler için başarı kriterlerini tespit etmeye çalışırken, kendinden emin, özgüven sahibi olmanın aslında ne kadar büyük bir erdem olduğunu gördüm.

Geçtiğimiz yıl içerisinde Mardin-Hasankeyif’de Batmanlı Elif’e “Sen büyüyünce ne olacaksın” dediğimde, “avukat olarak kadın haklarını” korumak istediğini söylemişti. Hasankeyif’te yaşayan Ferdi’nin 26 kardeşi ve 3 annesi vardı. Ona “Sen de mi böyle bir evlilik yapacaksın” diye sorduğumda, “Hayır, ben tek eşli olacağım” diye yanıt vermişti. Bende onu hiç unutmayacağımı söylemiştim. Ancak ilginç olanı bana dönüp, “Ben de seni kalbime gömdüm” diyen, 12 yaşındaki Ferdi’nin bu sözlerinin beni ne kadar çok etkilediğini şimdi daha iyi fark etmem. 

Aradan geçen yaklaşık 16 yıllık geçmişe baktığımda; her bir araştırma konusu beni bazen ağlattı, bazen şaşırttı, bazen de heyecanlandırdı. Ancak hiçbir anı, Nepal ve Hindistan’da gördüğüm “insan manzaraları” kadar çok etkilenmemi sağlayamadı. Yıllar boyunca Nepal ve Hindistan konusunda çeşitli bilgilere sahip olduğunuzu düşünüyorum. Budizm ve Hinduizm’in etkisiyle bu bölgelerde farklı bir yaşam sergileniyor. Burada yaşayanlar kendi geleneklerini ve göreneklerini sürdürerek yaşamlarına devam ediyorlar. Ganj Nehri’nde yıkandıklarında günahlarından arındıklarını düşünüyorlar. Hayvan eti yemiyorlar, hatta bu insanların vejetaryen bir yaşam sürdürdüklerini biliyoruz. Renkli giysilerini, takılarını görüyoruz.

Görüyoruz ama acaba gördüklerimiz bunlar mı? Bizler, görmek istediklerimizi mi görüyoruz acaba? Ya da görmemiz gerekenler neler? Aslında Nepal ve Hindistan’da bir “insanlık dramı” yaşanıyor. Nepal’da kaldığımız iki gece içinde sokaklarda yürüdüğümüzde, karanlıkta düşmemek için kaldırımsız yollara daha dikkatli bakmak zorundaydık. Çünkü bir şehirde geceleri elektrik kesintisinin halen devam etmiş olabileceğini çoktan unutmuştuk. Bir sabah vakti Ganj Nehrine doğru adım adım ilerlerken, acaba “Cehennemdeyim de haberim yok mu” diyebilirsiniz. Bu tören, bu ayin aslında hayalini kurduğunuz bir ritüel değil. Bu görüntüler aslında insanların “yaşam haklarının” elinden alınmasının bir öyküsü…

“Hint Fakiri” ifadesinin anlamı nedir diye düşünüyor insan! “Bir insan nasıl bu kadar zayıf, aç, pis ve bakımsız olabilir” diyorsunuz. Bir evin neden kapısı, penceresi yoktur! Sokakta neden insan pislikleri ile hayvan pislikleri bir aradadır. Bu insanların evlerinde tuvalet yok mudur? İnekler sokaklarda geziniyor doğrudur ama gezme nedenleri onların da yiyecek aramasıdır. Hayvanların derileri kemiklerine yapışmış, sırtlarındaki kemikler sayılır olmuş. Bütün çocuklar bir turist gördüğünde ellerini ağızlarına götürerek, onlardan ”yemek” istiyorlarsa bu bir insanlık dramı değil de nedir?

Bütün bu olaylar aslında “kast sistemi” denilen bir sisteme yani “sınıf ayrılığını” destekleyen bir oluşuma bağlanmış. Düşünün bir kere; insanlar musluk sularının akmadığı bir evde yaşıyor, hasta olduklarında bir doktora gitme şansları bile yok! Evlerinin bir kapısı olmadığı gibi ne sokaklarının ne de evlerinin bir numarası var. Kısacası kendi devletleri bile onları, ne seçmen ne de bir vatandaş olarak kabul ediyor… Bir sel felaketi yaşandığında insanlar üzülemiyor bile, çünkü sularla birlikte insanlar ve hayvanlar yaşamaktan kurtulmuş oluyor.

Sokaklarda yaşamak nasıl bir duygu mu? Kaldırımlarda binlerce insan yaşıyor. Üstlerinde bir battaniye var sadece. Yemek yiyemiyorlar ya da yemek isteseler bile paraları yok! Her sabah siz işe ya da okula giderken kaldırımda çayını demleyerek ateş yakan ve ısınmaya çalışan aileleri görüyorsunuz. İşte bu ailelerin, bu çocukların, bu kadınların bence “yaşam hakları” ellerinden alınmış fakat yaşadıklarını zannediyorlar.

Bu yazıya başlarken bazı anılarımdan bahsettim, gördüklerimden, deneyimlerimden ve insanlığın beklentilerinden. Ancak hiçbir görüntü, içimi bu kadar çok acıtmamıştı. Fakirliğin yani yaşamın en dip noktasının bu kadar keskin olduğu bir yer görmemiştim. Hindistan için geleceğin üçüncü dünya ülkesi olacak deniyor. Teknoloji yatırımları bu ülkeye yapılıyormuş ve Hindistan hızla gelişiyormuş. Ve sonra dedim ki, “Çok doğru Hindistan büyük bir hızla gelişiyor. Ancak hangi kast sisteminde, ülkenin 18 ayrı bölgesinin hangisinde?”

Biz, yaşadığımız ülkenin hangi katmanında yaşıyorsak yaşayalım, unutmamamız gereken tek bir gerçek var; o da hiç kimsenin “yaşam hakkını” elinden alınmamamız gerektiğidir. Kendi ülkemizdeki her vatandaşımızın (kadın, erkek, çocuk) yaşam standartlarını artırmak ve onlara hak ettikleri değeri vermek zorundayız… 



11.11.2016

Yorumlar

Yorum Yap

500