Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.
Hayatımıza birdenbire Kovid-19 girdi ve yaşamımızı çok etkiledi. İlk zamanlar bunun çok ciddi bir olay olduğunu ne biz ne de dünyada yaşayanlar insanlar anlayamadı. Sakinleşip uyum sağlamaya başladığımız da ise, herkes şu sözü söylüyordu: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
Çok doğruydu, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ancak hangi konularda, eskisi gibi olmayacak sorusu daha önemli. Prof. Dr. Adnan Özçetin: “İnsanlar, mutluluğu sadece ekonomik anlamda bir şeye sahip olmak değil, bireyin kendisine yakın, kendisini seven kişiler ile iletişim kurabilen, özlediği, kavuştuğu, dokunduğu, sarıldığı, diğer insanların varlığıyla ilişkili olduğunu fark etti” diyor. Kesinlikle onun düşüncelerine katılıyorum. Çünkü bu süreçte çok sevdiklerimizi bile öpemedik, sarılamadık. Bu bizde ilginç bir şekilde büyük bir değişimin başlangıcı oldu. Önce kendimizden sonra da başkalarından korkmaya başladık.
Korku kavramı çeşitli amaçlar için kullanılabilir. Başarmak istediğimiz bir konu için hissettiklerimiz için kullanıldığı gibi, geleceğimiz ya da hedeflerimizi gerçekleştirmek için olası karşılaşacağımız tehditler için de kullanılabilir. Yapılan akademik bir çalışma gösteriyor ki, Korona dönemi sonrasında bu bahsetmiş olduğumuz “korku hissini”, gençler daha fazla algılıyorlarmış. Kaygı, mutsuzluk ve depresyon birbiri ile bütünleşik kavramlar. İnsan kaygılı olunca, mutsuz oluyor ve sonuçta çok daha kolay depresyona girebiliyor. Peki neden gençler bu virüs tehlikesi sonrasında bu kadar umutsuz olmaya başladılar?
Kendimi onların yerine koymaya çalışıyorum. Bir gün uyanıyorlar, okullarına ve derslerine giremiyorlar. Aldıkları eğitimler, altyapı sorunlarımız nedeniyle bilgisayarlarımıza ulaşmamızı engelliyor. Dersler, yüz yüze değil, sadece sanal bir ortamda oluveriyor. Ders dikkati olmayan bir öğrencinin, uzun zaman tek bir noktaya bakarak bir bilgiyi alması mucize gibi bir şey. Hele ki, bu eğitim sürecinde aynı hassasiyeti göstermeyen ve doğal olarak da nasıl bir metot uygulayacağını bilemeyen eğitmenler tarafından verildiğinde, daha büyük bir karmaşa. Sonuçta kapalı ekranlarda, dersler dinlendi ve eğitim bir şekilde heba oldu gitti. Seneyi geri almak, ya da haydi bu seneyi saymayalım, aynı yılı bir kez daha okutalım diyecek ne siyasi bir güç ne de ekonomik imkân olmayacağına göre, ülkemizde okuyan pek çok gencin bu kayıp yılı tekrardan kazanması mümkün değil gibi gözüküyor. İşte bu noktada “ümitler” sona erebiliyor ve öğrencilerimiz ve gençlerimiz ilk zamanlarda “harika, okul yok” derken, gelecek düşüncesi ile kara kara düşünmeye başladılar bile.
Bu virüs, gençlerin hayallerini “çalarken”, onlarında kendilerine çok lazım olan “motivasyonlarını” da ellerinden almış oldu. Çünkü bu virüsün etkilerinin ne kadar süreceğini, nerede biteceğini hiç kimse bilmiyor. Olası aşının etkilerinin de belirsizliği gündem de olunca, eğitmenlerin ders vermenin dışında, öğrencilerine umut verecek tılsımlı bir değneği de onlara sunmaları mümkün gözükmüyor.
Korku ümitlerimizi bu kadar etkilerken, neye güveneceğiz?
Güven konusunu da artık oldukça farklı tanımlamaya başladık. Güven, aslında birine güvenmek olarak tanımlanacak olursa, kime güveneceğiz sorusu ile karşılaşırız. KOVİD-19 virüsü, bizlere başka birinden çekinmeyi, onu tehlikeli olarak görmeyi ve sonuçta ondan uzaklaşmayı ve terk etmeyi de öğretti.
Geçtiğimiz hafta içinde, oldukça sakin bir sokakta yürüyüşe çıkmıştım. Kulağımda müzik dinleyerek, kendimi de oldukça sakin ve mutlu ederek yürürken birden karşıdan gelen üç kişinin, beni görmesiyle aniden kaldırımdan yana uçarcasına inerek, kaçtıklarını fark ettim. Bu hiç alışık olmadığım bir olaydı. Eskiden olsa, gelen kişilerin beni bu şekilde gördüklerinde neden insanlar birbirine gülümsemiyor diye iç geçirirken, bu olay üzerine insanlar benden neden kaçıyor diye düşünmeye başladım. Bu da bir korku türüydü, bu davranış şekli bir güven olgusunun azaldığını gösteren bir hareket biçimiydi.
Bundan birkaç yıl önce belki hatırlarsınız “Black Mirror” isimli bir dizi çok popüler olmuştu televizyon dizilerinde. Sadece bir bölümünü seyrettikten sonra korkmuş ve kendime şunu söylemiştim: “ben, bu dünyada yaşamak istemiyorum”. Herkesin gözlendiği, hareketlerinin kontrol altına alındığı, ruhsuz, sanal bir dünya, acaba geleceğinin müjdelerini mi veriyordu bizlere?
Korku, güven ve ümit olmazsa, acaba aynı “Black Mirror” dizisindeki gibi mi bir yeni gelecek bu mu olacaktı? Ne korkunç değil mi? Acaba hastalık bana bulaşır mı? Ona sarılmasam mı? Onunla yakın temasta bulunmasam mı? Sadece bu üç soru cümlesi bana neyi hatırlatıyor! Dost sohbetlerini… Yani tam bir Akdeniz ülkesi bizlerin yıllardır alıştığı alışkanlıklarımızdan vazgeçmemiz gerektiğini. Yaz başından bu yana bazı arkadaşlarım ile virüs nedeniyle buluşamadığımı düşünüyorum da acaba bu varsayımdan öte gerçek bir olguya mı dönüşüyor?
Annem ve kardeşim ile bu virüs çıktığından bu yana kucaklaşamıyorum çünkü eğer birimiz hastalığı kaptık ise, ona geçirmeyelim diye. Sarılmanın, öpmenin, dokunmanın bir insan ruhuna iyi gelen bir his olduğu, bilimsel kanıtlanmış bir gerçektir. Eğer kucaklaşmayı unutursak, aile bağlarımız bile ne kadar değişecek farkında mıyız? Whatsapp’dan gelen mesajlarıma bakıyorum. Biraz karikatür şeklinde aktarılmaya da çalışılsa, “evlere sığmıyoruz” diyorlar. Çok haklı bunu çizenler, gerçekten sığmaz olduk evlerimize, işyerlerimize. Sanki birden “dört duvar “arasına hapsedildik. Hapisteki kişiler, umutlarını, hayallerini kaybederler. Sarılacak hiçbir şey bulamazlar. Umut olmayınca da günler geçmez. Boş vermişlikler başlar. En büyük tehlike de böylelikle başlar, yalnızlık ve çaresizlik.
Koronavirüs sonrası, sadece gençler de değil, pek çok kişinin de iş hayatı altüst oldu. İşsizlik oranları günümüzde en üst seviyede. Peki, bu gençler ne yapacaklar? Eğer Türk gençlerini düşünürsek, zaten ülkemizde büyük bir işsizlik sorunu vardı diyebilirsiniz. Peki dünyada bu durum nasıl? Onlar için de geçerli. Bu global bir sorun. Kısacası, bu virüs, hayatı kimsenin tahmin edemeyeceği kadar çok etkiledi ve etkileyecek de…
Çok mu karamsar oldum? Çok haklısınız. O hâlde çözüm mü sunacaksınız diyebilirsiniz? Galiba aklımda bazı öneriler var. Bu öneriler doğal olarak benim çözüm bulduğum alternatifler. Bu kadar karamsar bir tablodan kurtulmak için basit çözümler. Eğer bu çözümleri göremezsem, işin içinden çıkamayacağımı ve belki de ben de depresyona girebileceğimi düşünüyorum. Kurtuluş nedir acaba? Çok basit: “hayata tutunmak, tutunmak için mücadele vermek” ve bunun geçici bir süreç olduğunu düşünmek.
Ama sakın ola ki, bu süreci bekleyerek geçirmeyin. Çünkü kaybedilen zamanı geri almak mümkün değil. Geleceği ön görme becerisine sahip olabilirseniz, önce kendinizi sonra da çevrenizi yönlendirebilme şansınız olacaktır. Bundan iki yıl önce herkese şu soruyu soruyordum: “haydi, 2050 yılında neler olacak ve siz bu yıla ne kadar hazırsınız?” İyi ki bunu kendime de sormuşum. 2050 yılında ben ne yapıyor olacağım? Ben zaten bunu hesaplamış ve kendimi buna göre kurgulamıştım. Bir aksilik oldu, hiç beklenmeyen bir dünya olayı ile karşılaştık. Ama 2050 demek bu demek değil mi? Bilinmeze yolculuk. Bilmediğin ama tahmin ettiğin gelecek olaylar, seni şimdiden konumlandırıyor doğal olarak. Dünyayı global bir evren olarak görmeye çalışmıştık şimdi yerel bir dünyayı hayal edeceğiz galiba. Soru şu: “Bu yerel dünyada, ne yapıyor olacaksın?”
Korkun yoksa, ümidin var ise ve güveniyorsan önce kendine sonra insanlığa… O zaman işler kolay. Bu üç duygu halini iyi düşünün bu yazıdan sonra. Korkmak ama neden? Güvenmek ama kime ve neye? Umut ve ümit ise geleceğe. Zaman durmadı, her an devam ediyor o zaman zamanı terk etmeden umuda yolculuğa devam…