Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.
Enerjinizi tüketen, sizi üzen her durumdan kaçmak sizin elinizde… Nasıl mı? Buna siz karar vereceksiniz aslında. Önemli olan boşa geçirecek zamanınızın olmadığını bilmek ve bu zamanı kendi kontrolünüzde kullanabilmek…
Geçtiğimiz haftalar içerisinde üst üste beni etkileyen üç olayla sarsıldım. Hani bazen sular akar, siz izleyici olursunuz. Benim yaşamımda da son iki yılım bir nehrin sakin akıntısında kürek çeken ama nereye gittiğini bilmeyen bir serüvencinin hikayeleriyle doluydu.
İlk yaşadığım olay, Rotary Klubü’nün düzenlediği bir toplantıya katıldığımda Mikrokredinin Türkiye’deki öncüsü TİSVA’nın Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül’ün 2003 yılında 6 kişinin her birisine 500 TL ve toplam 3000 TL mikrokredi verilmesini sağlayarak Türkiye’de başlattığı “Grameen Mikrokredi” uygulamasını gösterdiği bir filmle başladı. Aynı günler içerisinde öğrencilerime “Sosyal Girişimcilik” konusunun öneminden bahsediyordum. Hepinizin bildiği gibi sosyal girişimcilik kavramı; yoksulluğun önlenmesi, refah düzeyinin artırılması, toplumsal birikimin hedeflere tahsisi ve gelir dağılımında adaletin sağlanmasını temel hedef olarak benimseyenlerin izledikleri hatırı sayılır bir yoldur. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından 2005 yılı, Milenyum Yoksulluk Hedefleri’nin gerçekleştirilmesini sağlamak maksadıyla “Uluslararası Mikrokredi Yılı” olarak ilan edildi. Mikrokredinin öncüsü Prof. Dr. Muhammed Yunus, 2006 yılında “Nobel Barış Ödülü”nü aldı. Sadece küçük bir niyetle başlamıştı aslında, bir çığ gibi büyüdü ama insanların yüreklerinde ama ülke sınırları içerisinde…
Bu olaya tanık olduğum aynı gün içerisinde kendime şu soruyu sordum. “Meltem, sen ne yapıyorsun? “dedim. Enerjimizi tüketen, bizi gerçekten üzen, değiştirilmesinin mümkün olamayacağı ya da sizin buna gücünüzün yetemeyeceği o kadar çok iş ile uğraştığınızı biliyor musunuz? Bu noktada ben, kendime birden “Dur” deme gereğini duydum. Neden kendimizi üzüyoruz ki… Yapılacak, insanları mutlu edecek, doğal olarak sizin de bu mutluluğa tanık olacağınız çevrenizde o kadar çok iş var ki… Bir gün sonra cep telefonum çaldı. Bu düşüncelerimi evrene mi yollamıştım, yoksa zaten sosyal girişimciliğe yönelik etkinlikleri seviyor muydum bilmiyorum ama aradığım imkan karşıma çıkmıştı. Telefondaki ses, Sabancı Vakfı tarafından verilen Hibe Programı kapsamında “İstihdam Edilemeyen Dezavantajlı Grupların Topluma kazandırılması ve Duyarlılığın Arttırılması”na yönelik bir projeye katılıp katılmayacağımı soruyordu. “Bir dakika, bir dakika… hemen geliyorum ve başlıyorum…” dedim.
Bir gün sonra Buca E Tipi Cezaevi’nde, savcı ile görüşüyorduk. Kadın mahkumların tekrar topluma kazandırılmasında, meslek sahibi olmalarında neler yapabileceğimizi konuşuyorduk. Yıllar önce yine aynı cezaevinde günlerce kalmış, insanların neden suç işlediklerini araştırmıştım. Tesadüfler silsilesi, yine aynı yer ve yine heyecanla ama bu sefer “Belki de bu topluma katkıda bulunacağım bir imkanı bulabilir miyim” düşüncesinin peşindeydim… Cezaevindeki yaşam, bildiğim bir hayattı.
Bilmediğim bir başka grup ise, ÖDESDER olarak bilinen “Zihinsel Engelliler Derneği”nin üyelerinden oluşuyordu. Hiç dikkat etmemiştim onların yaşamlarına, duyguları neydi, neler yaparlardı, sorunları var mıydı, bunları nasıl aktarıyorlardı? Okul hayatları ve sınıf arkadaşları ile araları nasıldı? Öğretmenleri onlara karşı ne kadar sabırlıydı? Bu çocuklar koca bir sınıfta kendilerini ne kadar yalnız hissediyorlardı? Müziğe, resme, spora yetenekleri var mıydı? Bütün bu sorularımın yanıtlarını belki bir arada kısa bir sürede bulmam imkansızdı ancak…
- Volga’nın baterist olmak istediğini, tişörtlerin üzerine resim çizebileceğini, yeni tasarımlar yapabileceğini ve hatta dövmeci olmak istediğini…
- Duygu’nun petshow’da hayvanlara bakan bir veteriner olmak istediğini, hayvan elbiseleri dikebileceğini ve modeller çizebileceğini öğrendim.
- Can ise bir web tasarımcısıydı. Harika bilgisayar kullanıyordu, o kadar hızlı yazıyordu ki, herkes ona “dur” diyordu. Can, üniversite öğrencileri için “tez yazabileceğini” söyledi.
Aslında bütün bunları görüyoruz. Ya da gördüğümüzü zannediyoruz. “Görmek istediklerimizi görmek, duymak istediklerimizi duymak gibi…” Bu yazdıklarımı okuduktan sonra, yaşamınıza yeni bir sayfa açmanıza yardımcı olabilir miyim bilmiyorum ama size tavsiyem enerjinizi tüketen, sizi zorlayan, istemeden bir şeyler yapmanıza neden olan bütün yerlerden ve bütün kişilerden uzak durun, ayrılın, bırakın hepsini…
Sizi mutlu edecek, mutlu olmayı bekleyen o kadar çok kişi var ki çevrenizde… Bırakın birilerinin kalbine dokunun; bırakın birinin nefesi, gözü, kulağı olun…
Meltem Onay