Aşkı Bulmak ve Yaşamak

28 February 2019
Meltem ONAY

Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden mezun oldu. Adnan Menderes Üniversitesi-İşletme Bölümü’nden doktora unvanını aldı. Celal Bayar Üniversitesi’nde, Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2019 yılında, aynı üniversiteden emekli oldu. Şu anda Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2020 yılında, tarıma olan hassasiyeti nedeniyle, Cemre Hareketi: Sürdürülebilir Tarım-Gıda Platformu’nu kurdu. Bu platform aracılığı ile ülkemizde, tarımda dijitalleşme ve döngüsel ekonomi uyumlu kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarına devam etmektedir.

Aşkı Bulmak ve Yaşamak

  • 28 February 2019
  • 1328 Görüntülenme
  • YORUM



Aşkı Bulmak ve Yaşamak


Kim bilir belki de, küçük bir şehirde yaşadığım için midir bilinmez, “aşk”ı çok küçük yaşlarda bulduğumu düşünüyorum. Ama bilemediğim bir şey var, o da “Aşk ve Sevgi” kavramlarını birbiri ile örtüştürme becerisini nasıl elde ettiğim.. 14 Şubat “Sevgililer Günü” olunca, insanın aklına hemen nedense geçmiş geliyor. İlk âşık olduğun günler ve yaşadığın aşk dolu anılar. Çok âşık olan birisi olmadım; ama unutmadığım aşklarım oldu. O günlerde yaşadığım anılarını paylaşmaktan hiç çekinmedim. Çünkü, Aşk’ın insanı besleyen, harika bir duygu olduğuna her zaman inandım. 




AŞK, klasik tanımıyla; bir kimseye ya da bir şeye karşı duyulan aşırı sevgi ve bağlılık durumudur. Sözlükte anlamı, genellikle bu şekilde geçiyor. Peki, o zaman insanlar bu duyguyu ne zaman yaşarlar? Çok küçük yaşlarda insan aşık oluyor mu? Ya da yaşlarımız ilerledikçe mi, anlamını daha iyi hissedebiliyoruz? Bunun kişilere göre değiştiğine eminim. Annemin çok eskiden söylediği bir söz vardır: “Aşk, küçük yaşlarda olmaz, sonradan yaşanır” derdi. Belki de bu sözlerden etkilenmiş olabilirim. 14 yaşında ilk defa aşkı yaşadığımda, bütün tabularım çoktan yıkılmıştı çünkü...




Şimdi yaşanan aşklar ile geçmişteki aşklar başka diye düşünüyorum. Bizim dönemlerde, yaşanan duygular bir başkaydı. Neden mi dersiniz, çünkü çiftler hemen birbirleriyle tanışamıyorlardı. Önce uzun uzun bakışma dönemi yaşanırdı. Benim ilk aşkımda yaşandığı gibi. 




Ortaokul son sınıftaydım, tüm gün okulumuz vardı, öğlen aralarında eve gider, sonra yeniden okula dönerdik. Tam olarak hatırlamıyorum ama galiba bir Şubat ayıydı, bir evin önünden geçerken, pencerede dışarıya bakan “yakışıklı birini” görüverdim. Gözüm takıldı evin penceresine, birden kalbimin pır pır ettiğini fark ettim. Bu duyguyu ilk defa hissediyordum. Yürümeye devam ettim ve okula vardığımda, hâlen aklımda “penceredeki çocuk” vardı. Bir gün sonra, yine o evin önüne yaklaşırken, gözüm pencereye takıldı. Orada olup olmadığını merak ediyordum. Beklediğim heyecan sonunda karşılık buldu. Bir gün önce gördüğüm kişi, yine oradaydı. İlk defa gözlerimiz karşılaştı ve birbirimize gülümsedik. Nasıl bir duyguydu anlatamam. Bir “ilk” yaşıyordum ve heyecanım bütün bedenime yayılıvermişti. Bir gecenin bitmesini ve yeniden aynı evin önünden geçmeyi deli gibi arzuluyordum. 




Şaka gibi ama, tam bir ay boyunca bu seremoni böyle devam etti. Penceredeki çocuk, ne evinin önüne iniyordu, ne de ben onun kim olduğunu biliyordum. Tatlı ve sessiz bir serüven başlamıştı aramızda. Kalbim her gün hızlanıyor, geceleri uykularıma giriyor ve bir bilinmeze doğru gidiyordum. Sonunda havalar ısındı ve bir gün, penceredeki çocuk, sokağa indi. Bu arada onun kim olduğunu öğrenmiştim. Lisede okuyordu ve babası, babamı tanıyordu. Küçük bir şehirde “Aşk”ı yaşamak zordur. Muhafazakar bir şehirde babasının kızı olunca işler daha farklı oluyor. Aileye söz gelmesin diye uğraşırsın. Onları üzmemek, onların tasvip etmediği bir tutum sergilemeyi hiç bir genç istemez. Ama tabii ki “Aşk” laf dinlemez. Söz dinletemezsin kalbine. Benim de öyle oldu. Tanışmamız uzun sürdü, çünkü ikimiz de çekingendik, ilk adımı kimin atacağı konusunda kararsızdık. İlk “merhaba”dan sonra, çok kısa bir sürede “yeşil panjurlu ev” hayalini kurduğum bu kişi ile tam bir yıl müthiş mutlu bir zaman dilimi yaşadım. 




Ama bir gün, bir baktım ki; aşk bitebiliyormuş. Artık kalbim boş kalmıştı. Düşündüğüm, hayal kurduğum kişi kalmamıştı, lise son yıllarıma kadar... Yine kalbim 17 yaşımda pır pır etmeye başladı. Sınıf arkadaşıma karşı yeni bir duygu seli, beni alıp götürüvermişti uzaklara. Bana ne oluyor demeden, penceremin altında gitar çalan bir gence kalbimi yeniden kaptırmıştım. Birlikte dans ederken, okul koridorlarında birlikte yürürken, herkesin bize baktığını ve çok yakıştırdıklarını iyi hatırlıyorum. Hatta okul hocalarımız bile, bize bakarak gülümsüyor ve sanki onaylıyorlardı. 




Ayaklarını yerden kesen duygular, ile gerçekler arasındaki farklılığı bu yaşlarda öğrendim. Yaşadığım bu ilişkinin, bana gelecek yıllarda mutluluk getirmeyeceğini görebildim bir gün, ileri de “acı çekmektense” şimdiden bitirmenin benim için daha uygun olacağına karar vererek, lise aşkımı kalbime gömüverdim birden. 




Üniversiteye başladığımda ise, kalbimin yeniden sıkıştığını görüverdim. Birinci sınıftım ve çok samimi arkadaşım, farklı bir bölümden birisi ile beni tanıştırmış. Onun sınıf arkadaşıydı. Tam dört yıl, “platonik aşk” yaşadım. Onun beni sevdiğini biliyordum ama bir türlü bana açılma cesareti gösteremedi. Onun teklifini hep bekledim ama hiç yapmadı. Dört yıl, bu buluşmayı bekledim. Bütün birlikte olduğumuz günlerde, kalbimin pır pır’ları hiç dinmedi. Ama bir türlü açılamadık birbirimize, okullarımız bitinceye kadar. Çok uzun zaman sevdim onu, AŞK’ımı hep sakladım içinde, her buluştuğumuzda, artık evli bile olsa, bunu içimizde hissettik. Ben de “evli olmama” rağmen…



Aşk ve sevgi, hayatın bir tadı mı, yoksa anlamsız bir duygu mu bilemiyorum. Ama yaşanırken insanı mutlu eden, ayaklarını yerden kesen güzel bir heyecan. Şimdi geçmişime baktığımda, nedense hiç acı çekmiyorum. Neden kavuşamadık diye bir serzenişte hiç bulunmuyorum. Bunun nedeni her halde, bu vesile ile kime âşık olacağımı, neden bu kişileri seçtiğimi anlamış olmam olabilir. Bu nedenle belki seçici oldum. Bu nedenle belki AŞK’ı hep çok güzel yaşadım. 




Yıllar önce, Çeşme’de bir hanım ile tanışmıştım. Bana “bu dünyada AŞK’ı yaşamayan kişi, kendisini yaşamamış” diye düşünmeli demişti. Kesinlikle çok haklı. Ben, bu ömürlük yaşamımda, ortaokul, lise ve üniversite olmak üzere doya doya üç AŞK yaşadım. Bunun ne olduğunu iyi bildim. Bir köşede aniden karşına biri çıkar, onunla çarpışır ve defterlerimizi düşürme olasılığı gibi, AŞK’da her an sizinde kapınızda olabilir. Önemli olan bulmak mı, yoksa sürdürmek mi bunu tam bilemiyorum. Sürdürmek bence, en büyük başarı. Ne aşklar duyuyoruz ki, yıllar sonra “biribirimizi hiç tanımamışız” diyerek ayrılıyorlar. Ne aşklar duyuyoruz ki, “ilk günkü tazeliğini” koruyarak devam edebiliyor. 




Bu ikilemi iyi anlamak ve doğru seçmek gerekiyor galiba. AŞK, tavsiye Kabul eder mi? Bence edebilir çünkü hiç kimse acı çekmemeli. Duyarsız bir kalbe gönül vermek, oldukça anlamsız. Duyarlı iki kalbin ortaklığı ise anlayış, dostluk, empati gerektiriyor. Birbirimizi anlamaya çalışmak, birlikte yaşanan an’lara boş yere dert yüklememek, ortak paylaşımlar bulmak, ortak aktiviteler içine girerek zamanı iyi değerlendirmek gerekir. Her zaman “ben” denilmeyeceğiniz, bazen “senin” de haklı olduğunu kabul etmek gerekir.  Belki de en önemlisi; kime ve neye karşı sorumlu olduğunuzu bilmek. Unutmayın; bu dünyada yaşanan süremizin ne kadar uzun yada kısa olduğunu bilmiyoruz. Boş yere birileri için yaşamayın. Önce siz ve sonra da sevdiğiniz ile yaşamı bütünleyin. Ruh ikizinizi bulmakta zorluk çekebilirsiniz; ama ruhlarınızı anlayarak onları şekillendirebilirsiniz. Zamanı kaçırmayın, dün geçti, bugün ise bitmek üzere, ya yarın. Yaşamı kendiniz için yaşayın ve unutmayın kendiniz ile barışık olursanız, kendinize değer verirseniz zaten ilişkilerinizde bir o kadar mutluluk için de geçecektir. Sevgiyle ve aşk ile kalın…

Meltem Onay


01.03.2019

 

 


Yorumlar

Yorum Yap

500