35’inden Sonra Değişim

31 May 2019
Melis BARÇIN

Melis Barçın, 1983 İzmir doğumludur. İngiliz Dili ve Edebiyatı'ndan mezun olduktan sonra, eğitimine Roma'da devam etmiştir. Çocukluğundan bu yana peşini bırakmayan hayal dünyası sayesinde yazmaya aşık bir blogger ve iki çocuk annesidir.

35’inden Sonra Değişim

  • 31 May 2019
  • 948 Görüntülenme
  • YORUM

35’inden Sonra Değişim

Bu aralar sosyal medyada çok görüyorum: Neden filanca yere taşındık? Nasıl taşındık? Ne yedik? Ne içtik? Ne umduk ne bulduk? Uzun uzadıya giden bir ne neden nasıl sorunsalı…  Alın size benden de öyle bir yazı…



Yaklaşık 8 ay önce bir maceraya atıldık. Karşımıza çıkan bir iş fırsatını bir çılgınlık yapıp kabul ettik. Şu an 8 aydır Amerika’dayız. Gelmeden önce ne kadar çok araştırdığımı size anlatsam buradan bir roman kalınlığında kitap çıkar. Öyle meraklı detaycı (gerekli, gereksiz) bir insanımdır. Bir kere çocukla ülke değiştiriyorsanız, ayrı bir kafada oluyorsunuz. Eyvah çocuğum alışır mı? Ya sevmezse? Ya yapamazsa? Ya özledim derse? Buraya gelmeden bilinmeyecek ne kadar şey varsa bütün hepsi üzerinizde oluyor. Açıkçası erkeklerde böyle mi bilmiyorum ama kadınların ne kadar detaycı olduğunu bildiğim için genelleme yapabiliyorum. 

Herhalde gelmeden önce kendimle ilgili tek bir düşüncem yoktu. Hiç sormadım kendime, kızım sen 35 sene sonra evini bırakacaksın, anneni babanı özlemeyecek misin? Dostların olmadan bilmediğin bir yerde nasıl yasayacaksın? Kafamda tek bir netlik vardı: Çocuklar alışırsa ben her türlü alışırım.



Amerika’ya gelişimiz planladığımızdan uzun surdu. Gelmeden önce İzmir’deki evimizi su bastı, vizeler gecikti, okullar başladı derken bir sürü olumsuzluğa rağmen Eylül ortası attık adımı. Geldikten iki gün sonra büyük kızım okula başladı. Haftasına da ufaklık. İlk günler çok garip hislerle geçti benim için. Şimdi ne yapıyorlar diye merak etmeden 1 saniyem geçmiyordu. Ya başına bir şey gelirse ya biri bir şey derse ya dediklerini anlamazsa gibi ipe sapa gelmez düşünceler beynimi sardı. Fakat her geçen gün endişelerimin boşa çıktığını görüyordum. İkisi de çok çabuk adapte oldu. Buradaki okullarda pek ödev olmadığı için Neşe (7) okula bayıldı. :) Okulda neredeyse her hafta bir kutlama, farkındalık günü, aktivite var. Çocuklar da hâliyle dillerinden anlayan bir sistemi seviyorlar. Çok fazla övgü dili var. “Harikasın, seninle gurur duyuyorum, sen olmadan yapamazdık” gibi ufak ama insanı önemli ve değerli hissettiren büyük cümleler… Bunlar beni en çok etkileyen şeyler oldu. Buradaki eğitim sisteminin Türkiye’deki ile en büyük farkı burada hayattan, insanlıktan kopmadan bir eğitim veriliyor. Bunu ülkemizi yermek için söylemiyorum, aksine bizim çocuklarımızın aldığı eğitim (tabii özel okuldan bahsediyorum, maalesef devlet okullarımıza gereken önem gösterilmiyor.) çok daha akademik. Gelin görün ki iyi insan olmayı, çevrene saygı göstermeyi, öncelikle kendini sevmeyi önemseyen bir eğitim sistemi var burada. Bana çok garip gelen bir örnek vermek istiyorum size. Birinci sınıfa giden kızımın dersine eğitimli bir köpek gelmiş ve öğrenciler tek tek köpeğe kitap okumuşlar. O gün bunu anlatırken gözlerinde gördüğüm ışığı size anlatamam. Bu ufak olay sayesinde Neşe şu an birinci sınıfta her gün 50-60 sayfa kitap okuyor. Nerede bir kitapçı görse eline kitabı alıp yere oturuyor. Yani her gün 20 sayfa okumayı zorunlu kılan eğitim sisteminden daha kalıcı, kitabı sevdiren bir yöntem değil midir bu?



Gelelim bizim evin bıdığı Defne’ye. (5) Yaşından ötürü devlet okuluna gidemediği için eve yakın bir kreşe yazdırdık. Bu da beklenmeyen masraflar olarak gider listesine yazıldı. :) İkisinde de İngilizce olduğu için açıkçası kafam biraz rahattı ama sıfır İngilizceyle okula başlayan çocukların anneleriyle de tanıştım. Biraz sancılı geçse de kısa süre içinde öğreniyorlarmış. İlginçtir, Defne ablasına göre daha zor alıştı. Arada İzmir’deki okulundan, arkadaşlarından bahsetti. Hâlâ arada İzmir’de şunu yapardık, buraya giderdik diye anımsıyor.



Ben de yazın gideceğimizi, sevdiklerimizi göreceğimizi söyleyip onu telkin etmeye çalışıyorum. Tabii zaman kavramı da olmadığı için “Yarın anneanneme gidelim mi?” “Hadi çiftliğe gidelim! gibi gerçeklikten uzak isteklerde bulunabiliyor. Neyse ki çok ısrarcı değil. :)

Büyükler içinse bambaşka bir dünya burası. Bizim evrelerimiz çocuklarınkine göre daha farklı. Daha doğrusu erkek ve kadının bile bambaşka. Eşimin şu ana kadar alışmakta zorluk çektiğini görmedim. Sanki Amerika’da doğmuş. Tek derdi burada bize iyi bir yaşam sağlamak… Benim için ise daha farklı. Ailemi özlüyorum, arkadaşlarımı özlüyorum, yaptığım şeyleri özlüyorum. Alıştım mı, evet alıştım. Zor bir yer değil. Çalıştığım için de günlerim daha çabuk ve meşgul geçiyor. New York’a 20 dk uzaklıkta bir yerde oturuyoruz. Sakin, temiz, saygılı insanları olan bir yer. Sakinlik derecesine örnek vermem gerekirse, mahallede günde 5-6 araba geçiyor. :)  Her yer uzak olduğu için şuraya yürüyeyim diye bir şey yok, maalesef hep arabayla. Günde kaç saatim yollarda geçiyor bilmiyorum. Uymak zorunda olduğunuz çok kural var. (beni zorlayan şeylerden biri :) Türkiye’deki gibi içtenlik, samimiyet yok. Hep “small talk” denilen, havadan sudan konuşmalar. Bunların aksine, doğa çok güzel, şehir yapılanması muhteşem. Oturduğumuz yerde hep müstakil, önünde ve arkasında bahçesi olan tipik Amerikan evleri var. İnsanlar tanımasa bile selam verip gülümsüyor. Herkes çok saygılı. Çocuklar için çok fazla “outdoor” aktivite var. Türkiye’dekinin aksine burada kapalı oyun yerlerinin sayısı çok az. Hep doğa aktiviteleri var. 



Uzun lafın kısası, şu ana kadar geçirdiğim zaman için burada yaşam çok yeni, her gün yeni şeyler öğrenerek, biraz korku, biraz şaşkınlık fazlasıyla huzur dolu geçiyor. Bu yaşta taşınarak buraya gelen çok fazla insan olmamasına rağmen, deneyimle sabit çok zor bir şey olmadığını söyleyebilirim. Bir de Dolar’ı Türk Lirası’na çevirmeyi kafamdan atarsam, buralı oldum diyebileceğim ama o kafamın içindeki küçük hesap makinesi hiç durmuyor… :)
 
Melis Barçın

01.06.2019


Yorumlar

Yorum Yap

500