Şehirleri Doğayla Birleşiren Akım: Biyofilik Tasarım

01 October 2019
Lâl DALAY

Lâl Dalay, 11 Eylül 1996 yılında İzmir’de dünyaya geldi. 2014 yılında Tevfik Fikret Anadolu Lisesi’nin bitirdi, lise döneminde Fransızca ve İngilizce eğitimi aldı. 2019 yılında İzmir Ekonomi Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü’nü birincilik ile bitiren Lâl Dalay, şu anda yüksek lisans eğitimine İstanbul Teknik Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nde devam etmektedir.

Şehirleri Doğayla Birleşiren Akım: Biyofilik Tasarım

  • 01 October 2019
  • 2375 Görüntülenme
  • YORUM

 

İsim olarak hepimize tanıdık bir kavram olmasa da aslında biyofilik tasarım hayatımızın bir parçası. Köken olarak Biyofili, “Yaşama ve yaşayan sistemlere karşı duyulan sevgi” anlamına geliyor. “biophilia” terimi, 1960’lı yıllarda psikanalist ve filozof Erich Fromm tarafından ilk kez kullanılarak popülerlik kazanan bir kavram olarak biliniyor. Şehirleşme ile kaybolan yeşil alanlar, şehir insanının doğa ile kopmasını ve doğaya ihtiyaç ve özlem duymasını peşinde getiriyor. Biyofilik tasarım ise doğayı hayatlarımıza entegre eden sürdürülebilir ve yaşanabilir alanlar sağlamak için adeta bir çözüm olarak doğuyor.

 

 

Biyofilik tasarım sadece bitkilerin iç mekânlarda dekoratif olarak kullanılmasından aslında çok daha fazlası... İnsanların doğaya karşı doğuştan bir yakınlığı olduğu düşüncesi 1980'lere dayanıyor, fakat doğadan ilham alarak mekânlar tasarlamak günümüzde de oldukça popüler olan akımlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

 

 

İlgili araştırmalar yeşille temas hâlinde yaşamanın insan sağlığı üzerindeki olumlu etkisi çoktan kanıtlanmış durumda. Bu akımın temel hedefi insanların daha hızlı iyileşebileceği hastaneler, çocukların daha başarılı olacağı okullar, çalışanların daha verimli olacağı ofisler yaratmak, yani doğanın pozitif enerjisini yaşam alanlarımıza yansıtmak ve bundan fayda sağlamak. Bu tasarım akımının temel mantığı doğadan ders almak, doğayı korumak, zarar görmüş veya kaybolmuş değerleri iyileştirmek ve yaşam alanlarına entegre etmek üzerine kurulu.

 

 

Doğal unsurlardan bahsettiğimizde aklımıza ilk yeşil alanlar gelse de aslında gün ışığından suyun sesine kadar her şeyi kapsıyor. Yani bizlerin gün ışığına olan tepkimiz denizin kokusuna sesine sevgimiz ve ihtiyacımız biyofili olarak isimlendiriliyor.

Güneş ışığının insanın evrimsel sürecindeki büyük çoğunlukta tek aydınlatma kaynağı oluşu sebebiyle aslında gözlerimiz dış mekân koşullarında en doğru ve verimli şekilde çalışacak şekilde adapte olmuştur. Floresan ve LED ampullerin, parlayan bilgisayar ekranlarından şikâyet etmemizin büyük sebebi gözümüzün alışkın olduğu doğal ışık seviyesinden farkı. Araştırmalara baktığımızda ise bol gün ışığı alan sınıf ve iş yerlerindeki öğrenci ve çalışanların daha üretken olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor. Gün ışığından yararlanmanın öğrenme oranını %20-26 oranlarında arttığı sonucunu veren çalışmalar, prematüre bebeklerin de doğal ışığa maruz kaldıklarında daha hızlı iyileştiğini gösteriyor.

 

 

Yüksek beton binalarda yaşamak ve çalışmak bugün mevcut olan birçok rahatsızlığa sebep gösterilebilir durumda. Bu duruma engel olmak içinse tek yapmamız gereken aslında doğayı hayatımıza davet etmek ve özümüze dönmek.

Biyofilik tasarıma ünlü mimarililerden bir örnek vermek gerektiğinde Frank Lloyd Wright’ın 1935- 1937 yılları arasında inşa edilmiş ve ABD’nin en meşhur konutlarından biri olmuş Fallingwater House (Şelale Evi) akla ilk gelenlerden biri oluyor. Şelale Evi, ABD'nin Pittsburgh şehrinde yer alan Allegheny Dağları'nın 80 kilometre güneydoğusunda yer alıyor. Wright, müşterisine tüm ağaçları ve bazı kayaları koruyarak binanın şelalenin üzerinde yapılmasını öneriyor ve “Ben sizin şelale ile yaşamanızı istiyorum ona sadece bakmanızı değil. O hayatınızın bir parçası olmalı” sözleri ile felsefesini aktarıyor. Bu tasarım görüşü ile ev, şelalenin üzerine inşa edilmiş, ısıtma şömineler ise arsadaki mevcut kayalardan oluşuyor. Bazı kaya parçaları ise arsada bulundukları yerde bırakılarak yer yer döşemeden çıkacak şekilde bir zemin tasarlanıyor.

 

 

Kısaca, biyofilik tasarım göz önüne alınarak tasarlanan mimari yapılarda doğal elementlere öncelik tanınıyor. Bu tasarımlarda ilk göze çarpan, yeşil bitki örtüsü olmakla beraber, doğal ışık, doğal materyaller, şekiller ve renkler de biyofilik tasarımın yapı taşlarını oluşturuyor. Büyük binalar için biyofilik tasarım yeşil duvarlar ve çatılar iç bahçeler anlamına gelebilirken, sınırlı imkânı olan apartman dairelerinde ise saksı sayısının artması, doğal renklerin ve ışık tonlarının kullanılması ile uygulanabiliyor.

 

 

Lâl DALAY


Yorumlar

Yorum Yap

500