Nerede Bu “İnternetin Ofisi”?

31 May 2017
K. Ulaş BİRANT

Yard. Doç. Dr. Kökten Ulaş BİRANT 1977, İzmir doğumludur. Liseyi Bornova Anadolu Lisesi'nde bitiren Dr. Birant, Dokuz Eylül Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitimlerini tamamlayarak görev yapmaya başladı. Profesyonel hayatında yazılım mühendisliği, proje yönetimi ve halkla ilişkiler konularında çalışmakta, çeşitli sivil toplum örgütlerinde faal görevler üstlenmekte ve Özel Sahne Tozu Tiyatrosu Actor Club bünyesinde sahneye çıkmaktadır.

Nerede Bu “İnternetin Ofisi”?

  • 31 May 2017
  • 1117 Görüntülenme
  • YORUM


Nerede Bu “İnternetin Ofisi”?

     İnternetin kuruluşu aslında çok da karmaşık bir fikir gibi görünmüyor. En azından bugün yaşadıklarımız ve karşılaştıklarımız düşünüldüğünde, sadece yapılması gereken yapılmış gibi: İletişim kurması gereken iki bilgisayar kablo yardımıyla bağlantı kuruyor. Bir bilgisayarda yazılan mesaj, paketlenerek diğer bilgisayara aktarılıyor. Paketi alan bilgisayar açıp içinde yazanı yapıyor. Aslında sistem bu kadar basit. 

     1969 yılında iletişimini bir ana bilgisayar üzerinden kuran dört farklı üniversitenin bilgisayarları aslında ilk interneti oluşturuyordu. Sonrasında başta askeri olmak üzere farklı amaçlarla birbirine bağlanan bilgisayarlar, internet fikrimizi geliştirdi. Farklı amaçlarla kurulan bağlantılar, geçiş noktaları, mimariler, kablosuz bağlantı teknolojileri ve taşımayı hızlandırmaya yönelik algoritmalardaki gelişmeler ile internet zihnimizde soyutlaştı. Bugün bir zorunluluk gibi görünmeye başlayan, yaklaşık 30 yıllık “yeni” teknoloji, tüm dünyadaki bilgisayarları bağlayarak zaman – mekan tanımlarını değiştirdi.

     Gerçi, bu hızlı ve yüksek ivmeli değişim çok da kabul edilebilir, kolay anlaşılabilir olmadı sanırım. Çünkü ticaret mantığını “üretmek, vitrine koymak, müşteri beklemek, parasını alıp ürünü teslim etmek” olarak algılayabilmiş, henüz ürünü bulmak veya icat etmek fikrininin bile oluşmadığı, üretimi değiştirmek, iyileştirmek yoluyla kârlılığı arttırmanın bile duyulmadığı toplumlarda bir de “görünmeyen ürün, görünmeyen vitrin, görünmeyen satış” fikrini oluşturmak çok zordu. Hâliyle zorlanan toplum da, “internetin fişini çekmek”, “Bunlar satıyorlar da, ne satıyorlar ki?”, “Satıyorlar da, dükkân nerede?”, “Karşımda otursunlar, nerede olduklarını bileyim. Hangi ülkeden satacaklar ki?” gibi terimleri geliştirdi. 

     Hiç çevrenize bakınmanıza gerek yok. Şu anda bu yazıyı okuyan, hayatında internetin büyük bir yeri olduğunu savunan sizler de bunu yaptınız. Çevremde eğitimli, kültürlü, önemli okullarda okumuş, kendisini sanat ve bilim ile geliştirmiş, en iyi telefonları kullanan, en son kitapları takip eden insanlarda bile bu durumu görmek acı veriyor. 

     Ancak...
     Evet, yapıyorsunuz.


     Mesela;
     Sanatın ve bilimin bir değeri olduğunu savunuyorsunuz. Sanatçılar ve bilim insanları üretimleri ile, yaratımları ile yaşayan bu sayede gelişen ve geliştikçe topluma daha fazla fayda sağlayan insanlar. Öyleyse ürettiklerini topluma sunacaklar ve toplum da sunulanı değerlendirecek. Peki, bilim adamının veya sanatçının topluma sunduğu değeri paylaşmak iyi midir? Elbette. Paylaşmak iyidir, tartışmak ve geliştirmek iyidir. Ancak birisinin emeğini çalmak, para kazandığı ürünü hakkını teslim etmeden almak ne kadar yasalsa, ne kadar etikse, bir sanatçının ücret karşılığında sunduğu bir ürünü ücretini vermeden almak da o kadar etik. Twitter’da paylaşıldı diye, bir kişinin fikrini, yorumunu, kaynak bildirmeden, kendi fikriniz gibi yayınlamak ne kadar ahlaklı olabilir? Peki bu kişi, fikir ve yorumlarını paylaşarak hayatını idame ettiren bir kişiyse? Peki, çok kültürlü, çok bilgili kişiler, internette diye neden her ürünü kullanabileceklerini düşünürler? İnternet görünmeyen bir mecra olduğu için orada yapılan hırsızlığın, hırsızlık olmadığını mı düşünürler?

     Mesela; 

     Geçtiğimiz günlerde dünyanın en önemli turizm aracılarından birisinin Türkiye’deki otelleri Türkiye’de pazarlaması yasaklandı. Neden? Çünkü Türkiye’de fiziksel olarak bulunmuyor. Peki her satın aldığınız ürünün, her hizmetin Türkiye’de üretim ofisi var mı? Dünyadaki her şarkıcının Türkiye’de oturması mı gerekiyor, sizin onların albümünü almanız için? (Dağıtım firmasından bahsetmiyorum.) Peki yurt dışından gelen filmleri izlemeniz için filmin Türkiye’de çekilmiş olma zorunluluğunu mu getireceksiniz? Yurt dışında çekilmiş dizileri seyretmiyor musunuz? Peki, bir hizmetin alınması için onun Türkiye’de ofis ile temsil edilmesi zorunluluğunu kim getirdi? Bildiğiniz, klasik ticaret anlayışında bu var diye, yeni sistemi neden öğrenmeye çalışmıyorsunuz? Bir de vergilendirme sorunu konuşuluyor. Üretimin vergisi ise oradaki üretim yazılım firmasına ait ve firma üretimi gerçekleştirdiği ülkede vergisini ödedikten sonra, hizmetini satın alan firmalarda yeniden vergi ödemesine ne gerek var? Siz “Bir gün belki o ülkeler ile de iş birliği yaparım” diyerek tüm dünya ülkelerine vergi veriyor musunuz? Yoksa iş birliği yaptığınızda, iş birliği oranında mı vergi veriyorsunuz? Her ülkede ofis açıyor musunuz? Öyleyse artık kendi küçük sınırlarınızı korumaya çalışmaktan, ticareti “dükkân” olarak düşünmekten vazgeçip, bu pazardan faydalanmaya çalışmak, kendi ürününüzü sunmaya başlamanız gerekmiyor mu? (Bunu yapmamanın iki nedeni olabilir; ya ürününüze güvenmiyorsunuz ya da yenilik yapabilme becerinize. Yoksa neden pazara girmeye çalışan bir yeniliğe düşünmeden engel koyasınız ki? Hele ki farklı sektörlerdeki bu tür girişimleri de destekliyorken.)

     Mesela;

     Tüm dünyada bilgi kaynağı olarak kabul edilen bir web sitesi var. Kullanıcıları tarafından bilgi ve yorumlarla destekleniyor. Kesinlikle doğruluğu garanti edilmese de, kaynaklarla desteklenme zorunluluğu ve sürekli denetlenmesi ile uzun vadede doğruluğu sağlamaya çalışıyor. Ancak yakın zamanda ülkemiz ile bağlantılı bazı maddelerdeki kullanıcı yorumları nedeniyle (karşıtlığının ispat edilmesinin mümkün olduğu bir ortamda) ülkemizden erişimi engellendi. (Bir başka deyişle, ülkemizle ilgili yanlış veya doğru olduğu garanti olmayan bir bilgiye ülkemiz vatandaşları erişemiyorken, tüm dünya ülkemiz ile ilgili “doğru” bilgi gözüyle erişebiliyor. Hatta bu engelleme nedeniyle tüm dünya bilginin yanlışlığının ispatlanamadığını düşünüyor.) Peki interneti iletişim için kullanmayı savunan, zor zamanlarda iletişimi kurduğu için internete minnettar birisi, nasıl olur da, internetteki bilginin erişimini engellemeyi kabul edebilir ki? Yoksa geçmişte bilgi sadece kitapta bulunan, okul ismi verilen binalarda erişilebilen ve bu şekilde olunca erişimi denetlenebilen bir şey olduğu için mi? Öyleyse bilginin yeni yerini, yeni dağıtımını öğrenip buna bir çare üretmenin zamanı gelmedi mi? Yalanı yaymanın internette çok kolaylaştığını kabul edecek olursak yalanın sadece doğru ile çürütülebileceğini ve bunun için de internetin çok kolaylaştırıcı olduğunu savunmamız gerekmiyor mu?


     Dünya değişiyor. Erişim yöntemlerindeki değişiklik nasıl iletişim şeklimizi değiştiriyorsa, ticaretimizi de, ürünlerimizi de, üretimimizi de, eğitimimizi de değiştiriyor. Bu kolaylaştırıcı aracı da kullandığımız takdirde ne kadar büyük fayda elde edeceğimizi düşünmeden, herkes işini kolaylaştırıyorken yasaklatmak mı, yoksa onu kullanarak daha iyisini yapmak mı gerekli? Kararı sizler veriyorsunuz. Lütfen artık samimi olun. Mesela Türkiye’de üretim yapmayan kurumların Türkiye’de ticaret yapmasını istemeyenlerin, ellerindeki yabancı telefonları da bırakmaları ilk samimiyet işareti olabilir. ;)
Selamlar, saygılar...  

K. Ulaş BİRANT

 

01.06.2017


Yorumlar

Yorum Yap

500