Yard. Doç. Dr. Kökten Ulaş BİRANT 1977, İzmir doğumludur. Liseyi Bornova Anadolu Lisesi'nde bitiren Dr. Birant, Dokuz Eylül Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitimlerini tamamlayarak görev yapmaya başladı. Profesyonel hayatında yazılım mühendisliği, proje yönetimi ve halkla ilişkiler konularında çalışmakta, çeşitli sivil toplum örgütlerinde faal görevler üstlenmekte ve Özel Sahne Tozu Tiyatrosu Actor Club bünyesinde sahneye çıkmaktadır.
Kesin Bilgi! Yayalım...
“Sosyal Medya” terimi iki kelimeden oluşuyor: Sosyal ve Medya. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “Sosyal” kelimesi “Toplumsal, Toplum ile ilgili” anlamına gelirken, “Medya” kelimesi ise “İletişim ortamı” anlamında değerlendirilmekte. Aslında “Sosyal” kelimesi “Eğlence” veya “Muhabbet” anlamına gelmezken, “Medya” da “Basın, Basın Kuruluşu” anlamına gelmiyor.
Geliştiriciler tarafı olarak bizlerin amacı, bir iletişim ortamı yaratmaktı. Peki, buna neden ihtiyaç duyuldu? İkili iletişim için yeteri kadar aracımız vardı belki de. Güvercin ile başlayan yolculuğun telgraf ve telefon ile gelişimi, kablosuz ve yer bağımsız telefonlara kadar ilerlemişti, üstüne yazılı iletişim, hızlı iletişim, vb. özelliklerle ilerlemesi de yeterli olmuştu. Ancak bilginin geniş kitlelere ulaştırılması konusunda bir “iletişim ortamı” açığı oluşmaya başlamıştı. Temel olarak kullanılan televizyon, radyo ve basılı yayınlar gibi ortamların yetersizliği de açıktı. Takipçiler, bilgi kaynaklarının eksikliği ve tek yönlülüğü nedenleriyle söz konusu ortamları mutsuzlukla ancak mahkumiyetten dolayı takip ediyorlardı; Ancak bir yandan yeni bir çıkar yol da arıyorlardı.
İşte bu noktada, yeni bir medya gelişti. Okuyanın yazar, yazarın okuyan olabildiği, her yerden, her andan, her türden bilgi paylaşılan, paylaşanın da eleştirilebildiği, takip edenlerin de istedikleri bileşimi yaratabildikleri bir iletişim ortamı oluşturuldu geliştiriciler tarafından. İşte buna “Yeni Medya” dedik.
Peki neden Sosyal?
Çünkü yazar, gazeteci, basın mensubu gibi eğitimli insanların dışında da, tüm topluma yazma hakkı doğdu. Artık toplumun her kesimi haber yapabilir, haber okuyabilir, haber eleştirebilir, bilgi paylaşabilir veya paylaşılan bilgiyi gör(mey)ebilir hale geldi. Bir başka deyişle bilgi ve haber tam olarak topluma mal olmuştu.
Üretimi ile... Tüketimi ile...
Artık toplum, bulduğu tüm haber unsurlarını yayma hakkına sahip. Yolda gördüğünüz komik bir kedinin oyununu paylaşabiliyorsunuz mesela. Haberlerde izlediğimiz “Çin Hayvanat Bahçesi'ndeki Panda” haberi(!)nden daha haber olduğunu sanırım kabul edebiliriz... Aynı şekilde bir trafik kazasını da, yeni bir mekanın açılışını da haber olarak yayabilirsiniz. Hatta “olay” yerinden canlı yayın yapabilirsiniz... Bunun ötesinde, her şeyi yorumlayabilme hakkınız da var. Her konudaki fikrinizi yazabilir, okutabilir, hatta canlı yayın program bile yapabilirsiniz. Elbette izleyicileriniz varsa...
Mutlaka bu durumun iyi yönlerinin olduğu kadar, kötü yönlerinin de ortaya çıkması kaçınılmazdı. Sanırım olumsuz yönlerinden ilki; yazmak için doğru yazım, konuşmak için doğru konuşma, görünmek için doğru duruş eğitimlerinin alınması kriterlerinin rafa kalkmasıdır. Elbette akademik eğitim her şeyi belirlemez ama doğru yapanları örnek almadan, alternatifleri öğrenmeden bir işi yapmanın ne kadar doğru sonuçlar vereceği şüphelidir. Öyle olmasa, herhangi bir sosyal medya ortamında çok takipçisi olanların hala inanılmaz gramer hataları yapmalarını, “fenomen” videocuların bu kadar çok konuşma hatası yapmalarını ve hata yapmayı sürdürmeleri bir yana, takipçilerini kötü etkiliyor olmalarını nasıl açıklayabiliriz? Veya yakın zamanda bir televizyon programında yaşadığımız “Kürk Mantolu Madonna” faciasını nasıl yorumlayabiliriz? Bir başka ve belki de en önemli olumsuzluk ise; geleneksel iletişim ortamlarındaki denetim ve doğruluk kontrolünün tamamen insana ve insani ahlak kriterlerine bağlı hale gelmesi... Yazılan tüm yorumların öznel olması kabul edilebilir olsa da, bilginin öznel hali çekilmez bir halde. Bilgi ile yorumun birbirine karışması ise büyük rezalet.
Peki, “Geleneksel iletişim ortamlarındaki taraf olma sorunu mu, sosyal medyadaki kalitesizlik sorunu mu?” diye soracak olursak... Sanırım böyle bir soru ile muhatap olmak bahtsızlık; ancak yine de, konuyu kişisel denetlememizle (ve sorumluluğumuzla) düzeltebileceğimiz veya yok sayarak yola getirebileceğimiz “Sosyal Medya”yı seçmek yine en akıllıca bir çözüm olacaktır. Elbette bizi kişisel kültür ve bilgimize bağlı olarak çözüm üretmek zorunda bırakan geleneksel medya ustalarına da teşekkürlerimizi (!) sunarak...
Selamlar, saygılar...
K. Ulaş BİRANT
01.01.2017