Yard. Doç. Dr. Kökten Ulaş BİRANT 1977, İzmir doğumludur. Liseyi Bornova Anadolu Lisesi'nde bitiren Dr. Birant, Dokuz Eylül Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitimlerini tamamlayarak görev yapmaya başladı. Profesyonel hayatında yazılım mühendisliği, proje yönetimi ve halkla ilişkiler konularında çalışmakta, çeşitli sivil toplum örgütlerinde faal görevler üstlenmekte ve Özel Sahne Tozu Tiyatrosu Actor Club bünyesinde sahneye çıkmaktadır.
İyi Bir Şeyler Yapılıyor…
Daha önce eğitim konusunda bir şeyler karalamıştım. Artık eğitimin yapısının, en azından altyapının ve eğitim arz-talep yapısının çok değiştiğini konuşmuştuk. “Eğitim hak mıdır? Görev midir?” sorusunun cevabına en çok yaklaştığımız günleri yaşıyoruz belki de... Zira eğitim arzının hızlanması, çeşitlenmesi, güçlenmesi ve erişilebilirliğinin artması ile eğitimin giderek hak hâlini aldığı görülebiliyor. Bu hakkın kullanılmasının önündeki engellerin kalkmaya başlaması da öğrenicinin rolünü güçlendiriyor.
Elbette burada nesillerin değişimini de değerlendirmek gerekiyor. Hani şu “Bizim zamanımızda böyle miydi? Hocaya saygı vardı, saygı...” meselesi...
Kuşaklar değişiyor. Hatta sosyologlar farklı özelliklerine göre sınıflandırmalar da yapıyorlar ve bu özellikler aslında talep yapılarını, öğrenme şekillerini ve isteklerini de belirliyor. Örneğin son dönemlerde artık, “DİNLE”mek, “OKU”mak, “NOT AL”mak gibi “terim”lerden ve komutlardan habersiz bir neslin gelmesi ile eğitimin de şeklinin değişmesinin gerektiğini söylemek yanlış olmaz. Kaynakları ve olanakları artmış, teknolojinin içine doğmuş bir nesil olarak son dönem gençliğinin, teknolojiyi geliştirmiş veya belki de birden kendini teknolojinin içinde bulmuş nesil ile aynı şekilde eğitim alması mümkün değildir.
Hatta eğitimi aynı şekilde talep etmesi ve içselleştirmesi de mümkün değildir. İçselleştirilen eğitimin aynı oranda faydaya dönüşemeyeceği gibi...
Aynı şekilde talep edilmeyen, aynı şekilde arz edilmeyen, aynı şekilde içselleştirilmeyen, aynı şekilde faydaya dönüştürülmeyen iki ayrı eğitimin aynı süreçle verilmesi mantıksız olmaz mıydı?
İşte bugün tartıştığımız konu bu; Eğitim sistemini değiştirsek mi?
Aslında kısa cevap net; Elbette.
Uzun cevap biraz sorunlu ki mühendisler olarak biz çok alışkınız; Elbette de nasıl?
Tüm dünyada eğitim mantığı değişirken, hem de bu kadar gerekliyken, bizde de değişmeli miydi? Mesela neler yapılabilirdi? (Bir eğitimci değilken, bu alanda okumamışken aklıma gelen, basit fikirler diyelim...)
Örneğin; yeni dünyanın düşünme şekli olarak algoritmik, analitik düşünme mantığı öğretilebilirdi. Öyle basit “Kodlama öğretmeliyiz” cümlesinin arkasına sığınmadan, çözümleme ve problem çözme açılarından analiz öğretilebilirdi. Bunun için elbette kodlama da araç olabilirdi, robot yapımı da araç olabilirdi. Hatta bu alanda kullanılan bazı altyapı ürünleri de kullanılarak, öğrenilenlerin uygulaması da yapılabilirdi.
Örneğin; öğrencinin dinlediği bir mantıktan, öğrendiği, öğrenmeye ihtiyaç duyduğu, öğrenmek istediği bir yapıya geçilebilirdi. Bunun için standart “kitaptan okuyan öğretmen” mantığından uzaklaşıp, öğrencilerde ihtiyaç hissettiren, merak ettiren, güncel problemler ile temel çözüm mantıklarını birleştiren ve ihtiyaçları gideren, geleceği şekillendirme heyecanına yön veren “öğretmen” mantığına ulaşılabilirdi.
Örneğin; öğretmenlerin güncel teknolojileri ve konuları takip etmesi sağlanabilirdi. Farklı içerikleri hızla öğrenmeleri, öğrencilerinin içinde bulundukları dünyaya, terminolojiye ve hayata girmeleri için adaptasyonları desteklenebilirdi. Sadece bilgiyi güncellemek yetmez, bilgiyi aktaracakları sözlük ve teknolojileri de öğrenmeleri konusunda yardım edilebilir, hatta bazı konularda destekleyici materyal tek elden sağlanabilirdi.
Örneğin; öğretmenlerin yıllar öncesinde kalmaması, öğrencileri için gelişmeleri sağlanabilirdi. Bunun için eğitimler, seminerler, toplantılar düzenlenebilirdi. Elbette toplantıları, eğitimleri düzenlemek de yeterli değil, bu eğitimler düzenlenirken iş gibi yapılmaz, içten bir heyecanla, misafirlerini karşılayan bir ev sahibi mantığıyla insanlar karşılanabilir, önce eğitmenlerin heyecanını yükseltelim, zaten katılımcıların heyecanı da yükselir denilebilirdi. Heyecanın parayla ilgili değil, eğitim ve istekle ilgili olduğu düşünülebilirdi.
Örneğin; Öyle bir heyecan yaratılabilirdi ki, öğretmenler, okulların ağzından “Bu bizim işimiz değil” cümlesi duyulmazdı. “Artık her kaynağa, her yerden ulaşabiliyoruz... Biz neden yapmıyoruz?” derlerdi. Daha önce belki de yoklukları anlatacak bir ilçe okul müdürü, öğrencileri tarafından yapılmış bir cep telefonu oyununu anlatabilir, bunun ilk olduğunu, yeni oyunlar için çalıştıklarını anlatabilirdi...
Açıkcası ilk adımda insanın aklına bir çok şey geliyor. Neler yapılabilirdi, neler... Benim de aklıma gelirdi. Elbette yapılanları görmemiş olsaydım.
Nisan ayında “Eğitim Bilişim Ağı” grubu ev sahipliğinde “İzmir İnternet Haftası” düzenlendi. Çok büyük bir şans olarak, neler yapıldığını görme şansı buldum. Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı olarak yapılan çalışmaları gördüm.
Öğrencilere verilen programlama eğitimlerini, robot yarışmalarına katılım desteklerini, öğretmenlere aktarılan yeni teknolojilere yönelik heyecanı gördüm. Öğretmenlerdeki öğrenme heyecanını, daha iyi aktarmak için anlama heyecanını, öğrencilere adapte olabilme heyecanını gördüm...
Kısacası iyi bir şeyler yapıldığını gördüm. Hem de çok iyi şeylerin yapıldığını gördüm. Mutlaka yeterli değil. Mutlaka daha iyileri de yapılmalı. Ama yöneticilerin ve ekibin, yeni öğretmenleri yetiştiren Eğitim Fakültelerinin yönetimlerinin ve en önemlisi öğretmenlerin gözündeki pırıltıyı gördüm.
Çocuklarınız ve öğretmenleri bakıyor. Bence siz de EBA’ya bir bakın... Siz de bir umut göreceksiniz... Selamlar, Saygılar...
K. Ulaş BİRANT
01.05.2019