Yard. Doç. Dr. Kökten Ulaş BİRANT 1977, İzmir doğumludur. Liseyi Bornova Anadolu Lisesi'nde bitiren Dr. Birant, Dokuz Eylül Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitimlerini tamamlayarak görev yapmaya başladı. Profesyonel hayatında yazılım mühendisliği, proje yönetimi ve halkla ilişkiler konularında çalışmakta, çeşitli sivil toplum örgütlerinde faal görevler üstlenmekte ve Özel Sahne Tozu Tiyatrosu Actor Club bünyesinde sahneye çıkmaktadır.
İnternet Karın Doyurur Mu?
Yaşı otuzların üzerinden olanların en az birkaç kez duyduğu bir cümledir. (Annelik müessesesi aynı kaldığına göre sanırım her yaş grubu farklı özneler ile bu cümleyi duymuş olabilir.) Zamanında “Futbol karın doyurmayacaktır.” (hatta genel manasıyla “top” karın doyurmayacaktır.), “Şarkı karın doyurmayacaktır.”, “O çizikler karın doyurmayacaktır.”, “O gıy gıy karın doyurmayacaktır.”. Kısacası, bilinen ve “işe girilen” meslekler dışındaki meslekler, (özellikle yaratıcı olanlar) “karın doyurmayacaktır.”
Aslında pek de haksız sayılmaz bunu söyleyen. Sonuçta yaratıcı mesleklerin takipçilerinin olması gerekir. Birileri takip edecektir ve o birileri yaratılan “eser”i bütçelerinden bir miktarı aktararak değerlendirecektir. Başka türlü, o meslek sahibinin yaşamını sürdürmesi veya mesleğini basit yaşam sıkıntılarından biraz olsun sıyrılarak, daha rahat geliştirmesi mümkün olmayacaktır.
Ancak bu durum da, her üretici sisteminde olduğu gibi “aracı”ya muhtaçtır. Film senaristi adayı iseniz, yapımcı, yönetmen gibi mesleğe doğrudan katkı sağlayan insanların yanında bir de “Halkla İlişkiler”, “Dağıtıcı”, “Sinema Salonu bağlantısı”, “Sinema Salonu Sahibi”, gibi işinizi “göstermenizi” sağlayacak insanlar gerekecektir. Bu aracılar da ne yazık ki hem seçici, hem de pay sahibidir. Bu da yaratıcı-üretici taraftaki kişilerin maliyetlerinin yükselmesine veya ellerine geçen paranın düşmesine neden olacaktır. Öyleyse bu “aracı”nın olmadığı bir “halka ulaşabilme”, “ürününü parayla değerlendirebilme” nasıl olacak?
Örneğin haberciyseniz, artık PERISCOPE üzerinden canlı yayın yapabilir, TWITTER üzerinden anlık haber paylaşabilirsiniz. Bir başka deyişle; Gazeteci olmak için “Gazete”ye ihtiyacınız olduğu dönemler geride kaldı. Elbette, “Gazete” geride kaldıysa, “Gazete Patronu” ve ona bağlı sorumluluklar da geride kaldı. Gazetecinin tek sorumluluğu halka, mesleğine ve etik değerlerine şeklinde sınırlandı. Atlatma haber yapmak için televizyona,/televizyon patronuna ve televizyon kurmak için gerekli yüksek sermayeye) ihtiyaç da buna bağlı olarak azaldı. Köşe yazısı yazıp, olayları derinlemesine yorumlamak için de BLOG yazmak yeterli oldu.
Örneğin fotoğrafçıysanız, eskiden çektiğiniz fotoğraflar için bir dergi veya benzer basın kuruluşu ile anlaşmak zorundaydınız ki, yaratılarınızı halkla buluşturabilin. İlk amaç mutlaka (ve mümkünse) beğenilmek ve eleştirilmek olsa da, bir de paraya çevirebilin ki mesleğinizi (belki de daha iyi şartlarda) yapmayı sürdürebilin. Peki, bulunduğunuz şehirde dergi yoksa ne yapacağız? Tek şansımız taşınmak mı? Peki, gittiğimiz yerdeki dergi patronlarının sizi destekleyeceğinin, çalışmalarınızı değerlendireceğinin garantisini nasıl alabiliriz? Elbette, burada iyi olmanıza rağmen desteklenmeme ihtimalini de düşünmeliyiz. İşte bu durumlar için SHUTTERSTOCK ve benzeri ürünler var internette. Tek yapmanız gereken, daha çok yaratmak ve yayınlamak. Artık ilgililerin de takip ettiği bu tür mecralarda aracıyı en aza indirerek, doğrudan ilgili kişiye ulaşabilme şansınız var.
Örneğin, oyuncusunuz veya tiyatrocusunuz. Ya da sahne sanatları ile ilgileniyorsunuz, müzisyensiniz. Bir sahne mi kiralamanız gerekiyor? Yoksa televizyon patronu ile anlaşıp sadece 24 saat yayın yapabilen bir mecranın (ki bu 24 saatinin en etkin olarak 8-10 saatinin kullanılabildiği tahmin ediliyor.) bazı dakikalarını sizinle “denemesini” mi rica edeceksiniz? Peki olmazsa, haksız diyebilir misiniz? O zaman kendinizi nasıl göstereceksiniz? O muhteşem çalışmalarınızı nasıl halka duyuracaksınız veya hayatınızı en çok sevdiğiniz işi yaparak idame ettirmeyi nasıl deneyeceksiniz? İşte YOUTUBE veya benzeri video platformları da diyorlar ki, “Sadece çekin”. Muhteşem bir kalite olması gerekmez. İşinizde iyi olmanız ve özgün olmanız yeterli. Hatta belki de televizyona çıkmanın yolu “özgün olmamak” gibi görünüyorken, bu seçenek bir farklılık da sunuyor. “Sahne kiralayacak para”, “televizyon patronu ile tanışma”, “aracı-yapımcı şirketler” gibi maddi ve yaratım özelliğinden parametreleri, sanatçıların kafasından uzaklaştırmak (en azından bir süre) için iyi bir yöntem olmadı mı?
Veya son dönemde çıkmış uygulamalardan PATREON... İlgili ve üretici arasındaki tek aracı kurum olmayı hedefliyor. Her türlü yaratınızı yayınlayarak, bazılarını ücretli, bazılarını ücretsiz olarak sunabiliyorsunuz. Hatta belki de aboneler oluşturup belli sürelerle hazırladığınız ürünleri cüzi miktarlarda ücretlerle yayınlayabiliyorsunuz. Bu ister bir karikatür, ister bir video, isterseniz bir müzik parçası olsun. Ana unsurlar şunlar; “Özgün bir ürününüz olacak.”, “Ürünün takipçileri olacak.”, “Takipçilerinizin ürüne belirlediğiniz ücreti ödeyebilecek maddi durumları olacak.” Bunları sağladığınızda ürettiklerinizi daha az aracı ve en az kaygı (etik kurallar ve yasal sorumluluklar hariç) ile ilgiliye ulaştırabilmek mümkün hale gelmektedir.
Peki, bu durum ne anlama geliyor? Bazı tanımlar artık geçerliliğini yitiriyor... Mesela;
“Patronlara beğendiremiyorum.”
“Haklıyım, kabul etmiyorlar.”
“Hakkımı yiyorlar.”
“Ben çok iyiyim, o nedenle yayınlamıyorlar.”
“Param yok, başlayamıyorum.”
“Aracı maliyetleri yüksek olduğu için halka ulaşamıyorum...”
Bu tanımları ortadan kaldıran bir dönemden geçiyoruz. Çok üzgünüm ama artık bu cümleleriniz bahane haline geliyor. Hala kendinizi ortaya koyamıyorsunuz; çünkü “işinizde iyi değilsiniz”, “özgün değilsiniz”, “çalışkan değilsiniz”... Sadece biraz araştırın. Deneyin, özgün olun, çalışın... Hem de üretimlerinizi sadece bulunduğunuz ülkeye değil, tüm dünyaya sunabilirsiniz. O nedenle üretin, ürettiklerinizi sunacak aracılar artık var. Bahanelerin ötesine geçmenin tam zamanı...
Selamlar, Saygılar...
K. Ulaş BİRANT
01.10.2017