Gerçek Olan Ne ki?

31 March 2018
K. Ulaş BİRANT

Yard. Doç. Dr. Kökten Ulaş BİRANT 1977, İzmir doğumludur. Liseyi Bornova Anadolu Lisesi'nde bitiren Dr. Birant, Dokuz Eylül Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitimlerini tamamlayarak görev yapmaya başladı. Profesyonel hayatında yazılım mühendisliği, proje yönetimi ve halkla ilişkiler konularında çalışmakta, çeşitli sivil toplum örgütlerinde faal görevler üstlenmekte ve Özel Sahne Tozu Tiyatrosu Actor Club bünyesinde sahneye çıkmaktadır.

Gerçek Olan Ne ki?

  • 31 March 2018
  • 1117 Görüntülenme
  • YORUM


Gerçek Olan Ne ki?


Büyük ihtimalle bildiğiniz bir terimi tartışmak istiyorum. Neden büyük ihtimalle biliyorsunuz? Çünkü kelimenin Türkiye’de tartışılması 2017 yılından başlıyor. Neden hâlâ yazıyorum? Zira bilenlerin büyük bölümü yanlış biliyor diye tahmin ediyorum, bilmeyenlerse bu vesileyle öğrensin. Aslında bir neden daha var; “Biliyorum” diyenler de ilk kez duyuyor olmasına rağmen yalan söylüyor. Cem Yılmaz diyor ya; “Türkçede en az kullanılan kelime; Bilmiyorum” diye… İşte bu nedenlerle bu yazı yazılıyor. 



İnsanlık öyle garip bir hal aldı ki, bir kısım “Kadını insan sınıfında değerlendirebilir miyiz?” diye tartışırken, bir kısım da “Uçan araba, yer altı raylı sistemler, güneş enerjisi, herkese açık internet nasıl olur?”, “Ay’a mı yerleşsek, Mars’a mı yerleşsek?”, “İnsanlık nasıl gelişiyor, insanı hem madden, hem manen nasıl doyururuz?” veya “Nereye gidiyoruz? Daha doğru ve hızlı nasıl gideriz?” sorularına cevap arıyor. 




İkinci kategorideki kitleden insanlar, insanlığın gelişimini, değişimini tanımlamaya çalışıyor, neler yaptığımızı ve neden yaptığımızı görmeye çalışıyorlar. Burada amaç, gelişimizi ve gelişimimizi görüp ilerleyişimizi hızlandırmak. Bunu yapmak için de, örneğin her sene yeni bir kelime tanımlıyorlar. Geçmişimizde bulunmayan (veya çok da önemsenmeyen), ancak bugünümüzü çok iyi aktaran kelimeler. Örneğin İngilizcede 2016 yılının kelimesi “Post-truth” idi. 



Ne anlama geliyor? 



Birkaç örnekle anlatmaya çalışalım...



İnsanların en değerli bilgi kaynaklarından birisi eğitimciler ve formal eğitimdir. İçeriğinin ve uygulama şeklinin tartışılabilir olması bile, bu etkinliğin en değerli bilgi kaynağı olması özelliğini güçlendirir. Çünkü içeriğin bilimsel olması, objektif kaynaklara dayanması ve doğrularla değil gerçeklerle ispatlanabilir olması, yine bilgi ile alternatiflerinin tartışılabilir, değiştirilebilir olması, bu bilgi kaynağını çok daha değerli kılar. Bu kaynaklardan faydalanarak bilgi ve tecrübesini arttıran kişilere de güven buradan gelir. Bu durumun alternatifi; kalabalık olanı, yüksek olanı, güçlü olanı gerçek bilgi kabul etmektir. Hasta yakınının doktordan, deneyenin mühendisten, öğrencinin öğretmenden, tribündekinin sporcudan, görmemişin görmüşten, bilmemişin bilmişten, denememişin denemişten daha çok bildiğinin kabul edilmesidir. Kalabalık veya güçlüyken doğru bile bir miktar bükülebilir; ancak gerçeği bükmek imkânsızdır. İşte post-truth bu “doğruyu bükme” çabasına deniyor. Her ne kadar bir kaynağın engellenmesi mantıken doğru olmasa da aslında kalabalık veya güçlü olanın haklı olduğu “Wikipedia”nın da “bilgi” kaynağı olarak görülerek açılması yönünde çaba gösterilmesi yanlış oluyor. Herhangi bir geçerliliği, güvenirliği, garantisi olmayan bir kaynağın, en güvenilir bilgi kaynağı olarak gösterilmesini de sanırım bilgiye güven duyanların en hatalı özgürlük çabalarından birisi olarak düşünmek yanlış olmaz.





En değerli haber kaynağı olarak da gazeteciler (genel adıyla basın) bilinir. Genel adıyla haberci dediklerimiz, her yere bakan, her şeyi gören, her şeyi denetleyen, her yere ulaşan ve ulaştıkları ile toplum adına denetleme yapan, en azından tüm gerçeği, her yönüyle ortaya döken kişiye denir. Artık insanlar, televizyon veya gazete fark etmez, basına değil, internete güveniyorlar. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, dünyada giderek basın kuruluşlarına (holdingleşenlere de, sadece basın kurumu olarak kalanlara da) olan güven azalıyor. İnsanlar daha az gazete okuyor, daha çok internette yazılanlara, yapılan yayınlara güveniyorlar. Burada internetin, geleneksel basına göre avantajlarından önce belki de geleneksel basının hatalarını saymak gerekli. Bazı “gerçek”lerin sadece habercinin seçimi veya üst yönetimin kararıyla halka ulaşmaması, farklı yorumlarla ulaşması, sadece tek yönlü incelenmesi, haberleştirmenin para veya menfaatle satılması gibi olaylar, neredeyse “habercilerin görevlerini yaptıkları ve gerçeğe ulaşmamızı sağladıkları” olaylar kadar çok. 



Zaten biraz da bu olayların dışında kalan, işini doğru yapmaya çalışan basın mensuplarının heyecanlandırdığı bir mecra internet. Öyle ya, en düşük maliyetle, en hızlı şekilde ulaşabiliyorsunuz kitlenize. İşinizi iyi yaptıkça da daha başarılı olma potansiyeliniz oluyor. Ama yazılı veya görsel basında tek yönlü bir iletişim yapıldığından gerçek bilgiyi de aktarmak daha kolay. İş internette olunca, herkes ile eşit seviyedesiniz. Bir başka deyişle, dinleyiciniz sizinle birlikte. Orada da nitelik kadar, nicelik de değerli hale geliyor. Böyle olunca da, internette kalabalık olan, güçlü olan haberi tanımlayabiliyor. İşte post-truth diye bu “haberi bükebilme” çabasına deniyor.




İnsanlar temelde beş duyu ile aldıkları verilere göre reaksiyon oluşturuyorlar. Yani bir tepki geliştirmeden önce etkiyi görerek, duyarak, koklayarak, tadarak, dokunarak alıyorlar ve beyinlerinde buna bir karşılık olarak daha önceden ürettikleri tepkilerden birisini eşitleyerek gerçekleştiriyorlar. Bir başka deyişle, önce etkiyi duyuyorlar, sonra bildikleri tepkilerden birisini bununla karşılıyorlar. Normal şartlar altında insanlar kendi yaşamlarını, çevrelerini algılıyorlar ve buna bağlı olarak kendi durumlarını değerlendirip reaksiyon üretiyorlar. Bunun ötesine bilgi ve tecrübe ile çıkıyorlar, aldıkları güvenilir bilgiyi ekliyorlar ve fiziksel olarak duyumsayamayacakları olaylara da bir tepki geliştirebiliyorlar. Örnek vermek gerekirse; bir insan eğer yeterli gıda alamıyorsa, bunu kendi hisleri ile algılıyor ve aç olduğunu değerlendirerek reaksiyon geliştiriyor. Peki, farklı ülkelerdeki yeterli gıda alamayan insanlar? Bunun için de güvenilir noktalardan bilgi ve tecrübe toplayarak bir reaksiyon üretiyor. Tahmin edeceğiniz gibi, ilk tanımlamada aç olmasından dolayı negatif tepki gösterirken, ikinci tanımlamada diğer insanların aç olmasına negatif tepki gösteriyor. Ancak yeni dünya gerçekliğinde, “kendisinin aç olmadığını internette (veya diğer haber kaynaklarında) okuduğu için” veya “internette (veya diğer haber kaynaklarında) aç olunmasının kötü olduğunu okuduğu için”, kendi gerçekliğini de değiştiriyor. Reaksiyonlarını aç değil“miş” gibi vermeye başlıyor. İşte post-truth diye bu “algıyı bükebilme” çabasına deniyor.




Bir başka deyişle, tüm dünya bir “-mış gibi” yaşıyor. Türkçede yıllardır kullandığımız “mış gibi” tanımlaması, yeni dünyada “post-truth” adıyla karşılık buluyor. Eskiye göre iyi tarafı, sorunumuzun farkında olmamız. Bu duruma inanmamamız gerekliliğini anlamamız. Fakat kötü tarafı da eskiden bunun “-miş” olduğunu, yani yanlış olduğunu biliyor olmamız. Artık daha büyük söyledikçe inanmaya başlamamız. Ne yazık ki bunun çözümünün kolay yolu da yok. Yani filmi göstermeyerek, diziyi iptal ederek, görüntüyü mozaikleyerek veya dizinin senaryosunu değiştirerek sadece erişim süresini değiştirebiliyoruz. Mesela Wikipedia’nın doğruluk garantisi olmamasına rağmen, bu kadar ciddi bir kaynak olarak görünmesinin en büyük nedeninin erişilememesi olması gibi. Ancak burada doğruyu “inanılırlığı” belirliyor artık. Bu noktada tek yapabileceğimiz “doğruyu ayırdedebilecek” bir kişi yetiştirmek. Kalabalıktan, güçten, sesten etkilenmeden, doğruyu anlayabilen ve yorumlayabilen kişiler ile bu post-truth neslini durdurma şansımız var. Yoksa bundan sonra her şey “-mış gibi”... Selamlar, Saygılar...  



K. Ulaş BİRANT

01.04.2018


Yorumlar

Yorum Yap

500