Anlamıyorum

30 Nisan 2018
K. Ulaş BİRANT

Yard. Doç. Dr. Kökten Ulaş BİRANT 1977, İzmir doğumludur. Liseyi Bornova Anadolu Lisesi'nde bitiren Dr. Birant, Dokuz Eylül Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitimlerini tamamlayarak görev yapmaya başladı. Profesyonel hayatında yazılım mühendisliği, proje yönetimi ve halkla ilişkiler konularında çalışmakta, çeşitli sivil toplum örgütlerinde faal görevler üstlenmekte ve Özel Sahne Tozu Tiyatrosu Actor Club bünyesinde sahneye çıkmaktadır.

Anlamıyorum

  • 30 Nisan 2018
  • 782 Görüntülenme
  • YORUM


Anlamıyorum


Dünyada bir şeyleri anlamak çok kolay değil. Bilgi altyapısı gerekiyor. Analiz yeteneği ve eğitimi gerekiyor. Belli ölçülerde zekâ gerekiyor. Bilgi altyapısını sürekli güncellemek gerekiyor. O yüzden bir şeyleri hızla ve net olarak anlayabilenlere hep gıptayla bakıyorum. Aslında bu yüksek özgüven iki şekilde açıklanabiliyor; “Her şeyi bilmek” veya “Hiçbir şey bilmemek”. İki ihtimalin de geçerli olmadığı durumumda bazı şeyleri anlayamamam doğaldır sanırım... 


Mesela neleri anlamıyorum?


Yurt dışında okuma merakını anlayamıyorum. Elbette her tanımlamanın çok fazla parametresi var ve benim karşılaştığım parametreler ile ilgili de olabilir ama anlayamıyorum işte... Türkiye’deki birçok üniversite ve birçok bölümü görmüş değilim, elbette. Ama istediği meslek için kendisini yetiştirmiş, sınavında başarılı olmak için çaba göstermiş ve bunun için yetenekleri de yeterli olan bir kişinin girebileceği üniversiteye bakınca, mutlaka işini başarıyla yapmaya çalışan birçok akademisyen görüyorum. (Mutlaka kötü örnekler de mevcut ama emin olun düşünmediğiniz üniversitelerde/bölümlerde bile hayal edemeyeceğiniz başarı ve heyecanda insanlar var.) Öyleyse siz hangi başarınıza ve hangi altyapınıza güvenerek, hem de ağzınızı yaya yaya “Abi, yurt dışında okuyacağım, Türkiye’de üniversite mi var?” geyiği yapabiliyorsunuz? Gitseniz, zaten ne kadar anlayacaksınız? Anlasanız zaten Türkiye’deki üniversite eğitim içeriğinin yüksek oranda yurt dışındaki benzerleri ile aynı veya daha iyi olduğunu anlayarak davranmanız gerekir. Mutlaka daha iyisinin olmasını isteyenler var, mutlaka tespitlerini bilimsel ve karşılaştırmaları yapabilenleri tenzih ederim ama onların yüzü suyu hürmetine de bu aymazlığı kabul edemeyeceğim.   





Her konuda, her şekilde yorum yapabilmeyi anlayamıyorum. Evet, ben de bir nevi bunu yapıyorum. Ama bir bilgi birikiminin üstüne, konu ile ilgili araştırma, inceleme ve düşünme gibi aşamaları tamamlıyor, sonra kendimi ve konuyu değerlendiriyorum, ardından yorumluyorum. Mutlaka hata yapıyorum ama “Hayatımda böyle kötüsünü görmedim” yorumunu, bir içeriği incelemeden yazabilme rahatlığını nasıl açıklayabiliyorsunuz? (Hele ki bunu yazanın on iki yaşında birisi olması durumunu?) İnsan yapmayı denemediği, hakkında eğitim almadığı, araştırma yapmadığı, bilgiye sahip olmadığı bir konuda nasıl bu kadar rahat öznel yorum yapabiliyor? Haydi yapıyor da, bunu nasıl insanlara yayıyor? Düşünmek elbette serbest, yorumu yaymak da serbest ama düşünmeden çıkardığın düşünceyi yaymak nasıl bir pervasızlık olarak tanımlanabilir?



Bilmeyenleri ve eğitimi yetersiz olanları anlayamıyorum. Mutlaka öğrenmek bir miktar bütçe ve zaman meselesi. Ancak kim günümüzde “öğrenmemek” terimini, bundan önceki yıllardaki tanımları ile benzer seviyede çevresel faktörlere bağlayabilir? Kaç okul gerekiyor, hangi okul seviyesinde okumanız gerekiyor, size bir şey öğretilmesi için? Eskiden “öğrenmek” terimini “öğretmek” ile daha fazla eşleyebiliyorduk. Ama şimdi otobüs sefer saatlerinden, izafiyet teorisine kadar, kuantum fiziğinden programlama dillerine kadar her şeyin öğretildiği bir mecraya düstursuz girebilir durumdayken, “Bizim okulda öğretilmiyor.”, “Biz sizin kadar şanslı değiliz, bize anlatılmıyor” cümlelerinin anlamı giderek kaybolmuyor mu? Burada tek ihtiyacımız doğru ile yanlışı, gerçek ile kurguyu ayırt edebilme yeteneği değil mi? Peki, o zaman bilgisizliğimize, eğitimsizliğimize ne kılıf bulacağız, çabamızın eksikliğinden, rahatlığımızdan başka?   





İletişim kanallarını ısrarla kullanamayanları anlayamıyorum. Mutlaka herkesin bilgi, birikim ve yaş grubu farklı. Bunlara bağlı olarak öğrenme süresi uzayabiliyor. Ancak yıllardır içinde bulunduğunuz ve faydalandığınız bir aracı öğrenmek için neden çaba göstermezsiniz? Ben bunu yıllarca Almanya’da göçmen olarak yaşayıp da, sorulduğunda “Çok şükür, tek kelime Almanca öğrenmemeyi başardım.” demeye benzetiyorum. Neden? Neden bulunduğunuz ve faydalandığınız bir iletişim yöntemini öğrenmeye çabalamıyorsunuz? İletişim çift taraflı bir eylem değil mi? Neden o kanaldan mesajları okumuyorsunuz da, sadece kendiniz yazıyorsunuz? Yoksa size hiç kimse, “Görüşmek istediğiniz konuyu söylemezseniz, karşınızdaki size nasıl cevap verir?”, “Her yıl binlerce kez gelen yalan mesajları, “tüm gruplarınıza gönderin” saçmalıklarını göndermenizin kimseye faydası yok.”, “Her mesaj geldiğinde cihaz dikkat dağıtıyor, mesajlarınızı, telgraf gibi, kelime kelime yazmayın. Bir kerede yazın gönderin.”, “İletmek istediğiniz bir mesaj yoksa iletişim kanalını kullanmak, bir şey yazmak zorunda değilsiniz.”, “Bayram, kandil, vb. tebriği iletişim kurmak için bir fırsattır, zorunluluk değildir. Aynı mesajı herkese kopyalayarak kutlamıyorsunuz, sadece o kişiyi önemsemediğinizi ispat ediyorsunuz.” demedi mi? Yoksa dediler de siz iletişimi sadece “fikrinizi empoze etmek” olarak algıladığınız için dinlemediniz mi? (Belki de daha acısı; kimseye itiraf edemeyecek kadar yalnız ve çaresizsinizdir? Ve bunu yüzünüze karşı söyleyebilen sadece benimdir? Kim bilir?)





Facebook bilgilerimi çalıyor korkusunu ve heyecanını anlayamıyorum. Aslında bu sorunun tek cevabı var; “Ya, ne olacağıdı?” Çok güzel bir söz okudum (Ne yazık ki sahibini bilmiyorum.) Şuna benzer bir şeydi; “Eğer ürüne para (bedel) vermiyorsan, ürün sensin demektir.” Diyorsunuz ki, iletişim araçlarım olsun, oyun oynayayım, bilgi paylaşayım, hava atayım, bilgi toplayayım, insanlar bana bilgi aktarsınlar, ruhumu doyursunlar, film olsun, müzik olsun, tiyatro olsun, dizi olsun, eğlence olsun, iş olsun, para kazandırsın. Bunlar için insanlar emek harcasın, zaman harcasın, fikir harcasın, ama bedel istemesin. Ama nereye gittiğimi de takip etmesin, profilimi de çıkarmasın, mesajlarımdan anlam da çıkarmasın, bunlardan da para kazanmasın. Bir süredir sanatsal faaliyetlere ağırlık verdiysem, bana arkadaşlarımın sanatsal faaliyetlerini öne çıkarsın, tavsiye etsin, “ne güzel denk geldi(!)” olsun ama aynı mantıkla çalışıp, otel aradığımda bana araba kiralama alternatifleri (/reklamları) göstermesin. Burada herkesin kendisini gereksiz derecede önemli görmesi veya sakladıkları değil mi sorun olan? Aslında Facebook sizin tek tek mesajlarınızı ne yapacak? Neden takip etsin? Siz bu çırpınmanıza dayanak oluşturduğunuz kadar önemli misiniz? Yoksa gerçekten de tüm bu altyapıların hayırsever insanlar tarafından finanse edildiğine mi inandırılmıştınız? Çok üzgünüm ama ne bu kadar önemlisiniz, ne de hiç kimse size “bedava” kullandığınız ürünler için “ben sana her şeyi ücretsiz vereceğim” diyecek kadar iyi... Size böyle bir söz verilmedi. Sadece bedavaydı ve siz de “beleş” diyerek yerleştiniz. Şimdi de kullandığınız şeylerin maliyeti çıkınca (hatta kullanmaktan zevk aldığınız fonksiyonların (uyumlu reklamlar çıkarmak fikri benzer mesajların öne çıkarılması ile aynıdır.) aynısını sizin dışınızda da birileri kullanıyor diye...), aklıma gelmemişti diyemezsiniz. Bu kapsamda, internetteki veya cep telefonunuzdaki tüm ücretsiz uygulamaları kullanmayı bırakıp, insanların emeklerinin karşılığını ödeyerek ürün kullanmaya başlayanların, “Facebook kararlarına” saygı duyabilirim...



Verdiğiniz kararların ve yaptıklarınızın sadece çocukken bir karşılığı olmayabilir. Ve yıllarca Facebook kullanıp da şimdi “Aaaa... Kullanılıyormuşuz” diyenlere bir bilgilendirme; “Artık çocuk değilsiniz.” Selamlar, Saygılar...  



K. Ulaş BİRANT

01.05.2018


Yorumlar

Yorum Yap

500