Işık Teoman, İzmir’de doğdu. Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nden mezun oldu. Mesleğe 1977 yılında Yürüyüş dergisine katkılar koyarak adım attı. Profesyonel anlamda gazeteciliğe 1981 yılında Türk Haberler Ajansı’nda başladı. Hürriyet gazetesinde, Anadolu Ajansı’nda görev yaptıktan sonra Milliyet gazetesinin İzmir bürosunda gazeteciliğin her branşında görev aldı. Kuruluşunda yer aldığı İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden İZULAŞ’ta basın danışmanlığı görevinde bulundu. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde, “Tanıtım Birimi”nin başına getirildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin şirketlerinden olan TANSAŞ’ın Basın ve Halkla İlişkiler Koordinatörlüğü’ne atandı. İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı oldu. Konak Belediyesi şirketlerinden KONBEL’de basın danışmanı olarak çalıştı. Konak Belediyesi basın danışmanı oldu. Konak Belediyesi’nde yayın koordinatörü ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Üç ayda bir yayınlanan Kent Konak KNK isimli kültür, sanat, spor, tarih konularını içeren derginin yayın koordinatörlüğünü ve sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yürüttü. Ayda bir çıkan Konak Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğü görevinde bulundu. Şu anda Ayvalık Belediyesi’nde basın danışmanı olarak görevini sürdürüyor.
Sonbahar mevsimi kapıyı araladı ama İzmir’in sıcağı artık dayanılmaz bir duruma geldi, çöl sıcakları başladı. Hafta sonu iki gün de olsa uyku tulumuyla yattık çadırların içinde ve yaklaşık iki bin metrede hem de yaz sıcağında, insanlar pişerken biz üşüdük.
Zirvesiyle 2500 metreye kadar yükselen Akdağ Yaylası 2000 yılında Tabiat Parkı olarak tescil edilmiş. Alageyiklerin, kurtların, domuzların, tilkilerin bol olduğunu öğrendiğimiz bu yaylada, yüzlerce yılkı atıyla iç içe iki gün geçirdik. Yılkı atları pazar sabahı bize adeta şov yaptı. Çadırları kurduğumuz alanın önünden, siyah bir atın öncülüğünde dörtnala geçtiler, tozu dumana katarak bize çok güzel görüntüler sundular.
Akdağ’da bulunan Kocayayla’da yılkı atlarının dışkıları nedeniyle çadır kurmak için alan bulmakta oldukça zorlandık. Sonunda yaylanın tam ortasında, kurumuş bir derenin kenarında, dört çadırı yan yana sıraladık ve bir söğüt ağacının gölgesine yerleştik. İzmir’den sabah 06.30’da hareket ettik. Her gezide nedense boyoz ve poğaça türü hamur işleri yerdik, bu kez Turgutlu’ya kadar sabrettik. Çarşıda ünlü bir çorbacıda sıcak çorbalarımızı kaşıkladık, karnımızı doyurduk. Turgutlu’dan sonra hiç mola vermeden doğru Kula’ya ulaştık ve her gezide uğradığımız, çarşıdaki salaş bir kahvede acı kahvelerimizi yudumladık.
Kula’da Geçmişe Yolculuk
Kula’ya gidilir de dar sokaklarındaki eski yapılar gezilmez mi? Biz de öyle yaptık. Bastıran sıcağa karşın, sokakları dolaştık, eski yapıları ve tarihi kapıların fotoğraflarını çektik. Bu arada düğün için keşkek hazırlığı içinde olan kadınların, kocaman kazanları başında, kepçeyi nasıl ustaca kullandıklarını ilgiyle izledik. Yüzlerce yıl önce patlayan yanardağdan geriye kalan taş parçalarına dönüşmüş lavlardan birkaç parçayı anı olarak yanımıza aldık. Kula’yı geride bırakıp Uşak’a ulaştık. Alışveriş yapıp, mola vermeden Sandıklı ilçesine yöneldik. Sandıklı’ya yaklaşırken çevredeki dağların çıplak olduğunu gözlemledik. Ancak Akdağ, tüm heybetiyle, yemyeşil örtüsüyle bize göz kırptı. Sandıklı’dan sonra yaklaşık 35 kilometre süren bir yolculuğun ardından Hocalar yoluyla Sorkun Kasabası'na varabildik.
Toz Toprak İçinde Kaldık
Buradan sonraki güzergâhımız tam bir toz toprak yolculuğu oldu. Otomobilin camlarını sıkı sıkıya kapatmamıza karşın üstümüz başımız, arabanın içi, bagajımız sarı bir toz tabakası ile örtüldü. Yol boyunca çıplak arazi önce meşe ağaçlarına dönüşüyor ve ardından yeşil örtü çam ağaçlarıyla renkleniyor. Yol kenarında bir dağ köyü olan Çamoğlu’dan geçtik; ancak herkesin işi gücü olmalı ki, kimseleri göremedik. Hayvanlardan başka... Sorkun’dan sonra on üç kilometrelik bir yolculuğun ardından Kocayayla’ya ulaştık. Yayla girişinde akan dağ suyu ile üstümüzü başımızı ve araçları kısmen de olsa temizlemeye çalıştık. Önümüzde uzanan yaylanın çevresi karaçam ormanları ile kaplanmış, çam ağaçları adeta yaylayı bir duvar gibi çevirmiş. Yaylanın tam ortasından bir dere geçiyor, kışın oldukça hızlı akıyor olmalı ki, yatağında derin izler bırakmış.
Sıra kamp alanının bulunmasına geldi. Orman içine bir iki yolculuk yaptık; ancak içimize sinmedi. Çünkü orman içinde kamp kurmamız durumunda yılkı atlarını göremeyecek ve yayladan uzak kalacaktık. Ancak yüzlerce attan geriye kalan dışkılar nedeniyle yaylada kamp alanı bulmakta oldukça zorlandık diyebilirim. Sonunda dere kenarını kamp alanı olarak seçtik. Sert esen rüzgarın eşliğinde çadırlarımızı kurduk ve üşümeye başlayınca, sıkıca giyindik. Fakat etrafımız yoğun ağaçlar ile çevrili olduğu için topladığımız taşlar ile ocağın çevresini yükselterek olası bir orman yangınına karşın önlemimizi aldık. Ateşi yakarken bir bidon suyu da yanımızdan hiç ayırmadık. Ateş yükselmeye başlayınca tavayı koyduk,içine yağ doldurduk. Üç kilo patatesi kızartmaya başladık. Buzlukta koruduğum rakıyı kadehlere doldurduk, patates kızartması eşliğinde içmeye başladık.
Yıldızlar Geçidi
Gece yarısına doğru çadırlarımıza çekildik. Sabah saat 04.00 sıralarında uyandık. Ömrümde bu kadar çok yıldızı bir arada görmedim, muhteşem bir görüntü, milyarlarca yıldız parlıyor. Gökyüzü tertemiz, arada bir meteor düşüyor. Görsel bir ziyafet çektik. Sabah güneşin üzerimize doğmasıyla birlikte kemiklerimiz ısınmaya başladı; ancak yine de tatlı bir serinlik vücudumuzu yalıyordu. Kamp ateşini canlandırmaya, kahvaltımızı hazırlamaya başladığımız sırada, bir başka görsel şölen yaşadık. On ikilikgruplar halinde dolaşan yılkı atları, siyah bir önderin eşliğinde dörtnala önümüzden geçmeye başladı. Yılkı atlarını koşarken görmek ve böyle bir şöleni yakalamak her zaman mümkün değil. Gerçekten muhteşem bir geçit töreni yaptılar. Belki de bize “hoş geldiniz” dediler.
Nefis Kahvaltı
Kamp ateşinde demlenen nefis çayın eşliğinde, beyaz peynir, zeytin, köyden aldığımız hormonsuz domates ve salatalık ile mükellef bir kahvaltı ettik ve yolculuğun en hüzünlü kısmına geldik, çadırlarımızı sökmeye başladık. Çevre temizliğini yaptıktan sonra yangın kulesine ulaşmak üzere hareket ettik. Yaklaşık bir kilometre gittikten sonra, bizim gibi kamp kuran yaşlıca bir amcanın ısrarlı çağrıları üzerine yanına vardığımızda, yanlış yoldan gittiğimizi öğrendik. Amcanın buz gibi derede akan suyun içinden alıp getirdiği karpuzları yedikten sonra, doğrusunu öğrendiğimiz yangın kulesi yoluna çevirdik rotamızı. Yaklaşık 2000 metre yüksekliğindeki Akdağ yangın kulesinde görevli olan Ramazan İyigüner, bizi güler yüzüyle karşıladı. İyigüner, hem çevre ile ilgili bilgi verdi hem de demli çay ikram etti. Konakladığımız yaylayı 2000metre yükseklikten görmek bize ayrı bir keyif verdi. Kulede bol bol zirve fotoğrafı çektikten sonra patika yoldan ağır ağır ilerleyerek orman içinden Çivril’e doğru hareket ettik. Gerçekten tozun toprağın içinde geçen bu yolculukta, farklı yerler görmek, temiz havayı solumak, doğada var olan en yeşil ile iç içe yaşamak her türlü zorluğu unutturuyor.
Işıklı Gölü Muhteşem Görünüyor
Işıklı Gölü’nün kıyısında fotoğraf çekip, Gümüşsu Kasabası'nda şelaleden akan suların yaydığı senfoni eşliğinde, piknik alanında, geceden kalan tavuk butlarıyla karnımızı doyurduk. Yaklaşık iki saat süren yolculuğun ardından Afyon’un depremde zarar görüp yeni binalar ile donatılmış ilçesi Dinar’ın içinde dolaştık. Denizli’yi de kent trafiğine bulaşmadan, alt geçitlerinden geçerek terk ettik ve Acıgöl’ün yanından, Aydın’ın Köşk ilçesinde yol kenarındaki bir kahveye attık kendimizi. Yorgunluk çaylarını burada yudumladıktan sonra İzmir’e ulaştık.
Işık Teoman