Tadına Doyum Olmuyor Alaçamlar’ın

31 March 2015
Işık TEOMAN

Işık Teoman, İzmir’de doğdu. Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nden mezun oldu. Mesleğe 1977 yılında Yürüyüş dergisine katkılar koyarak adım attı. Profesyonel anlamda gazeteciliğe 1981 yılında Türk Haberler Ajansı’nda başladı. Hürriyet gazetesinde, Anadolu Ajansı’nda görev yaptıktan sonra Milliyet gazetesinin İzmir bürosunda gazeteciliğin her branşında görev aldı. Kuruluşunda yer aldığı İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden İZULAŞ’ta basın danışmanlığı görevinde bulundu. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde, “Tanıtım Birimi”nin başına getirildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin şirketlerinden olan TANSAŞ’ın Basın ve Halkla İlişkiler Koordinatörlüğü’ne atandı. İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı oldu. Konak Belediyesi şirketlerinden KONBEL’de basın danışmanı olarak çalıştı. Konak Belediyesi basın danışmanı oldu. Konak Belediyesi’nde yayın koordinatörü ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Üç ayda bir yayınlanan Kent Konak KNK isimli kültür, sanat, spor, tarih konularını içeren derginin yayın koordinatörlüğünü ve sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yürüttü. Ayda bir çıkan Konak Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğü görevinde bulundu. Şu anda Ayvalık Belediyesi’nde basın danışmanı olarak görevini sürdürüyor.

Tadına Doyum Olmuyor Alaçamlar’ın

  • 31 March 2015
  • 919 Görüntülenme
  • YORUM

Tadına Doyum Olmuyor Alaçamlar’ın

Kütahya, Dursunbey-Alaçamlar defalarca  gidip kamp kurduğumuz ve her gittiğimizde farklı hava koşullarını yaşadığımız Türkiye’nin ender bulunan bölgelerinden biri. “En iyi yol eski yol” diyerek, yola koyulduk. Az gidip uz gitmeden karnımız acıktı tabii. Yine klasik bir köy kahvehanesinde büyük boy bardakta çaylarla karnımızı doyurduk ,İzmir’in ünlü boyozlarını mideye indirdik. Zaten son gezimizi Beyağaç Karagöl’e yapmıştık ve üzerinden üç dört ay gibi bir süre geçmişti.

Akhisar’a varmadan hava kapanmaya, bulutlanmaya başladı. Güneş yüzünü gösteriyor arada sırada, sıkıcı bir hava yağmur bekliyoruz; ama bir anda rüzgar çıktı. Akhisar’dan Sındırgı yoluna saptık. Eski İstanbul yolu ve çok virajlı, Karayolları virajları kaldırmak için çalışmalar başlatmış ve yol mıcır ile kaplanmış, dikkatli bir şekilde sürdürdük yolculuğumuzu. Her zamanki gibi Kertil’de mola verdik. Kertil aynen duruyor, hiç değişmedi. Birçok köy garip yapılar nedeniyle kimlik değiştirirken Kertil’de sadece evlerin çatılarında çanak antenler çoğalıyor; başkaca bir değişiklik yok.

Üç fincan kahve 2.25 kuruş

Kertil’den sonra Mandıra köyünde Abdullah’ın kahvesine konuk olduk. O bölgeye yaptığımız geziler nedeniyle mutlaka Mandıra köyünden geçiyoruz ve Abdullah bize mis gibi kokan taze Türk kahvesi yapıyor. Bu arada üç kahvenin bedeli oldukça ağır 2.25 kuruş... Bu da yetmiyormuş gibi bize her seferinde çay ısmarlamaya çalışıyor temiz yürekli Abdullah. Geçtiğimiz yıl da Simav-Gölcük gezimiz sırasında Mandıra köyünde dört kilo bibere bir lira vermiştim. Köylü bu parayı bile zorla almıştı.

Mandıra köyünden sonra doğanın yapısı bir anda değişti. Her yer yemyeşil. Henüz sararan bir ot bile yok. Erikler olmuş, böğürtlenler kızarmaya yüz tutmuş. Oysa İzmir ve çevresinde otlar sararmaya başladı. Buğday başakları da öyle. Sındırgı’ya girerken, binaların çatılarına şöyle bir göz attık; leylek yuvaları artık iyice azalmış, sadece belediye binasının çatısında bir çift leyleği ve iki yavrusunu görebildik, hüzünlü ama bu bir gerçek. Artık ya gelmiyorlar, ya da elektrik telleri leyleklerin sonları oluyor ve gelecek yıl yuvaları boş kalıyor.

Sıra alışverişte

Sındırgı bölgenin en çağdaş ilçelerinden, genç kızlar caddelerde kentli kızları aratmayacak giysiler içinde, cadde boyunca geziniyorlar. Sındırgı Pazaryeri hem de kapalı rengarenk bir yer. Odun ateşinde kızartma yapacağız, o nedenle patates, kabak, patlıcan, biber ve domates aldık. Yanına tavuğun inciğinden ve koyun peyniri ile siyah zeytin ilave olarak biberli zeytin. Köylü kadınların yaptığı bakraç yoğurdunu ve aslan sütünü de aldıktan sonra çarşı içinde nefis köfteler ve acı biber eşliğinde karnımızı doyurduk. Merkez fırından Sındırgı’ya has köy ekmekleri satın aldık ve Çaygören Barajı’na doğru yola devam ettik.

Alaçamlar’a uzanırken  her seferinde aynı yanlışı yaptık. Düğüncüler köyüne saptık, bir Karadeniz köyünden hiçbir farkı yok. Ama fakir mi fakir, yıllardır gidiyoruz, bir çivi dahi çakılmamış, yollar kötü ve çok bozuk, ortalıkta kimseler yok. Sadece köy meydanındaki çamurdan sıvanmış fırının başında yaşlı kadınlar ekmek pişiriyor, kokular etrafa yayılıyor. Köyün içinde ahşaptan yapılmış depo evler her zaman olduğu gibi bize güzel fotoğraf malzemesi oluyor. Birkaç köylü kadına selam verdikten sonra tekrar aynı yoldan geri dönüyoruz.

Haşhaşın tadına baktık

Yolda haşhaş tarlaları ilgimizi çekti, tarlanın sahibi bizi davet edince O’nu kıramadık ve hoş fotoğraflar çektik. Kurumuş haşhaş tohumlarının tadına baktık, tarla sahibinin ısrarlı ikindi yemeği teklifini geri çevirdik.  Geride dört köy daha bıraktıktan sonra Aktuzla yoluna saptık ve tozun toprağın içinde sürdürdük yolculuğumuzu.  Karşımızdan tomruk taşıyan traktörler geliyor ve onlardan kaçmak için tali yollara sapıyoruz. Hava iyice soğumaya başladı; son virajı döndükten sonra karşımızda Aktuzla ve bin 562 metredeyiz.  Yeşilin ortasında, üstümüzde mavi gökyüzü, beyaz bulutlar ve kuş sesleri, araçtan indik. Zaman kaybetmeden yürümeye başladık ormanın derinliklerine doğru yorgunluk atmadan.  Kocaman bir yılan önümüzden kaçıp gitti, onlarca kertenkele yol boyunca bize eşlik etti. Papatyalar, gelincikler ve endemik bitkiler, toprak kokulu Dursunbey yolunda ilerledik, yorgunluk çökene kadar fotoğraf çektik.

Kızartmalar

Simav Orman İşletme Müdürlüğüne bilgi vermemize karşın, Bigadiç Orman Bölge Müdürü’nün sitemini işittik, bir an burayı özel orman kendisini de buranın sahibi sandı, tabii ki önemsemedik. Rüzgar hızını artırmaya başlayınca çadırlarımızı hızlı bir şekilde kurduk ve kamp ateşini yaktık. Kızartmalıkları soyup temizledik ve  pişmesi için hazır hale getirdik. Buz gibi orman suyu ile rakılarımızı yudumlamaya başlarken, odun ateşinde patates, patlıcan, kabak ve biber kızartmaya soyunduk. Aktuzla yangın ekibi az sonra yeni satın alınan arazöz ile görevden dönüp yanımıza uğradı. Eski dostlardan sadece Yüksel kalmış. O da yangıncı olmuş, geçmiş yıllarda yemekhane sorumlusuydu ve bize mutlaka çay demleyip getirirdi. Bu sefer “Hoş geldiniz” diyebildi, belki de yorgundu.

Hava soğuk

Hava iyice kararıp yıldızlar gülüşmeye başlayınca ve de çakır keyif olunca “iyi ki üçüncü kez gelmişiz" dedik. Ancak geceye doğru rüzgar şiddetini iyice artırdı ve aralık ayında olduğu gibi üşümeye başladık. Kat kat giyinmemize karşın rüzgar dışarıda kalmamıza izin vermeyince çadırlarımıza çekildik. Sabah erkenden kalktık, rüzgar hızını kesmemiş, o nedenle ateş yakmamaya karar verdik ve eski ekipten gözetleme kulesinde görevli Akif Kaya’nın yanına uğradık. Akif, kuzine ateşinde çay demledi, ekmek kızarttı, peynir ekmek, domates ve tereyağı eşliğinde bize mükellef bir kahvaltı ettirdi. Onlar sohbet ederken, ben gözetleme kulesine çıktım. Kule beşik gibi sallanıyordu ama ben yine de bol bol fotoğraf çektim. Kahvaltı sonrası dönüşü Bigadiç üzerinden yaptık. Yollar çok kötüydü ama Bigadiç’e ulaşana kadar, ormanların içinden, öyle güzel, öyle görkemli yerlerden geçtik ki, sanıyorum bir kez daha  bu bölgeye gelip kamp kuracağız.

 

Işık Teoman

11.11.2016


Yorumlar

Yorum Yap

500