O Ada Senin, Bu Ada Benim: BOZCAADA

31 July 2017
Işık TEOMAN

Işık Teoman, İzmir’de doğdu. Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nden mezun oldu. Mesleğe 1977 yılında Yürüyüş dergisine katkılar koyarak adım attı. Profesyonel anlamda gazeteciliğe 1981 yılında Türk Haberler Ajansı’nda başladı. Hürriyet gazetesinde, Anadolu Ajansı’nda görev yaptıktan sonra Milliyet gazetesinin İzmir bürosunda gazeteciliğin her branşında görev aldı. Kuruluşunda yer aldığı İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden İZULAŞ’ta basın danışmanlığı görevinde bulundu. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde, “Tanıtım Birimi”nin başına getirildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin şirketlerinden olan TANSAŞ’ın Basın ve Halkla İlişkiler Koordinatörlüğü’ne atandı. İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı oldu. Konak Belediyesi şirketlerinden KONBEL’de basın danışmanı olarak çalıştı. Konak Belediyesi basın danışmanı oldu. Konak Belediyesi’nde yayın koordinatörü ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Üç ayda bir yayınlanan Kent Konak KNK isimli kültür, sanat, spor, tarih konularını içeren derginin yayın koordinatörlüğünü ve sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yürüttü. Ayda bir çıkan Konak Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğü görevinde bulundu. Şu anda Ayvalık Belediyesi’nde basın danışmanı olarak görevini sürdürüyor.

O Ada Senin, Bu Ada Benim: BOZCAADA

  • 31 July 2017
  • 1101 Görüntülenme
  • YORUM

 

O Ada Senin,

Bu Ada Benim:

BOZCAADA

 

Son yıllarda Yunan adalarına Türklerin yoğun ilgisi var. Sakız hala popüler, Midilli yeni yeni ilgi odağı olmaya başladı. Sisam (Samos) sıcak atmosferiyle Türklerin keşfetmeye çalıştığı adalardan biri. Daha güneye gelen adalar ise daha çok sosyetenin tercih ettiği adalar, Mikanos vb.

Bozcaada, inanın Yunan adalarından bin kat daha güzel, doğal, bozulmamış. Sıcacık insanları, eski mimarisi, üzüm bağları, birbirinden güzel koyları, tadına doyulmayan şarapları, köy kahvaltıları, teyzelerin elleriyle açtığı börekleri, reçelleri, horoz sesleri, balığı ve otları..

Bir de adanın çavuş üzümü çok ünlü. Reçellerinden de, yeşil domatesten yapılanının tadına doyum olmuyor. Hem üzüm hem de asma fidanı satıyor köylüler. Adaya gelenler dönüştü mutlaka asma fidanı almadan ayrılmıyor, çünkü çavuş üzümünün eşi benzeri bulunmuyor.

O ada senin, bu ada benim, dolaştım; ama döndüm geldim bizim güzel adamız Bozcaada’ya, ne vize ne de pasaport derdi var. Ohhh! gel keyfim gel, al biletini bin feribota, ada mı? Ada… Hem de en güzeli, son güzeli bir ada… Adaya ulaşmak için İzmir’den yaklaşık 320 kilometre uzaklıktaki Geyikli iskelesine gitmek yeterli. Zaten Geyikli İskelesi’nden bakınca el ile tutulacak kadar uzaklıkta gibi görünüyor Bozcaada…

Virüs Girdi mi Tamam

Yıllar önce Gökçeada’ya da gitmiştim. O ada da farklı güzellikler barındırıyor. Ama Bozcada küçücük, sıcacık bir ada. Daha iner inmez; “Ben bu adada yaşarım” ve “Ben bu adaya yerleşirim” virüsü vücudunuza yerleşiyor ve bir daha o virüsü vücuttan çıkarmanız mümkün görünmüyor, aklınız adada kalıyor. Sanki adayı yıllardır biliyorsunuz ve tanıyorsunuz gibi geliyor, sanki bu adaya yıllar önce de defalarca gelmiş hissine kapılıyor insan. Feribotta giderken Ayşe ile çadırda mı kalalım, pansiyonda mı kalalım? konulu bir tartışma yaşadık. Çadırda kalmaya karar verdik. Verdik ama...

Çadır Alanı Bulamadık

Adaya yaklaşırken belki de dünyanın en iyi korunmuş kalesi karşılıyor bizi, akşam saatlerinde ulaştığımız için ışıklandırma muhteşem… Çok görkemli görünüyor, içini gezdiğimizde de ne kadar haklı olduğumuzu anladık. Kalenin içinde önemli bir materyal yok ama dört bir yanından kente çok hakim bir tepede kurulmuş, kenti buradan izlemek ayrı bir keyif ve güven veriyor insana. Adanın merkezinde yetişmiş büyük ağaçlar var ve o gölgenin altında çay bahçeleri ve birbirine bağlı sokaklarda ise küçük stantlarda hediyelik eşyalar satılıyor. 

Bisiklet ile Gezmeyi Deneyeceğim

Minik ada feneri, buzdolabı süsleri, takılar, deniz ürünlerinden yapılmış eşyalar ve en önemlisi adanın reçelleri dizilmiş rengarenk. Bir de adanın çavuş üzümü çok ünlü. Reçellerinden de yeşil domatesten yapılanının tadına doyum olmuyor. Hem üzüm hem de asma fidanı satıyor köylüler. Bu renkli görüntüleri geride bırakıp adanın tek çadır kampına yol aldık. Zaten araç ile adayı yaklaşık bir saat içinde dolaşmak mümkün. Ancak adaya serin havada gidip bisiklet ile dolaşmak bence daha bir keyifli olur gibi geliyor. Çadır kampına geldiğimizde büyük ağaçların altının hemen hepsinin dolu olduğunu gördük. Küçük ağaçların altında çadır kurmak ise güneşin altında mümkün görünmüyor, o nedenle bir pansiyon ile üç gece için anlaştık.

Sanki Akrabamıza Misafirliğe Geldik Gibi

Pansiyonumuz adanın merkezinde, kale tam karşımızda, kırmızı kiremitli evler ise dizilmiş bize bakıyor, manzara çok görkemli. Hemen solumuzda ise kilisenin yanından uzanan çan kulesi ve saati dikkat çekiyor. Kaldığımız pansiyon sanki bir akrabamızın evi gibi. Sabah kalkıyoruz, ev reçelleri ve teyzenin hazırladığı pişileri, kızartmaları yiyoruz mis gibi kokan çimlerin üzerinde. Her pansiyonun ya önünde ya da arkasında mutlaka bir bahçe var ve bahçelerin hemen hepsi de adanın merkezine bakıyor.

Her Yerden Denize Girmek Mümkün

Adanın en ünlü yüzülebilecek koylarından Ayazma’da günü açıyoruz, ardından sırasıyla diğer koylar geliyor. Aslında adanın her yerinden, yani dilediğiniz ve gönlünüzün çektiği koylarında yüzmek mümkün. Biz Ayşe ile feribot iskelesinin yanından bile denize girdik. Ayrıca kaleyi tüm heybetiyle gören minik bir koydan da denize atlamayı ihmal etmedik. Fakat benim gönlüm Akvaryum Koyu'nda kaldı. Hakkını vermek gerekirse adanın en güzel koyu…

Şarap, Peynir Eşliğinde

En güzeli ne yaptık biliyor musunuz? Bozcaada’nın ünlü şaraplarından bir tane satın aldık. Yanında patlıcan kızartması, beyaz keçi peyniri ve kepekli ekmek ile mendirekte kayaların en ucuna yerleştik. Hem güneşi batırdık, hem kaleyi ve gelip giden feribotları, insan ve araç trafiğini izledik, hem de kırmızı şarabımızı yudumladık. Gidenlere önerim mutlaka deneyin, pek keyifli ve tadına doyum olmuyor.

Arnavut Kaldırımlı Taş Sokaklar

Sonra, adanın sokaklarını arşınladık. Birbirinden güzel begonvillerin yaslandığı taş evleri seyreyledik, terk edilmiş ve yıkılmaya yüz tutmuş ama yine de tüm güzelliği ile ayakta kalmak için direnen eski yapıları hüzünlü izledik. Arnavut kaldırımlı taş sokaklar, ahşap panjurlu evler, kırmızı, mavi ve yeşil boyalı sokak kapıları, taşların arasından süzülüp giden şarap fabrikalarından geriye kalan atık sular ve o sulardan ciğerlerinizin en derinine kadar giden mis gibi taze şarap kokuları... Sıcacık yüzüyle size seslenen mekanlar, güler yüzlü insanlar... Bu adada kalınır ve yaşanır. Gitmek kolay hem de vize bile yok...

Işık Teoman


Yorumlar

Yorum Yap

500