UĞULTULU TEPELER Emily Brontë

01 March 2022
Dila KIRIK

Dila Kırık 8 Eylül 2000 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlkokul yıllarından beri kitap okumaya ve yazı yazmaya karşı olan ilgisi asla azalmadı. Yazı yazmaya basit kompozisyonlar ve amatör hikâyeler yazmakla başladı. 2018 yılında Sancaktepe Anadolu Lisesi'nden mezun oldu, lise öğrenimi sırasında İngilizce ve Almanca eğitimi aldı. Bunun yanı sıra okul tarafından düzenlenen Erasmus+ projesi kapsamında Almanya'da bulundu. Şu anda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenimini sürdürmektedir.

UĞULTULU TEPELER Emily Brontë

  • 01 March 2022
  • 1040 Görüntülenme
  • YORUM

Hem onu yakışıklı filan diye sevmiyorum; benden daha çok bana benziyor da onun için seviyorum. Ruhlarımız her neden yoğrulmuşsa, ikimizinki de aynı.”

Aşk, nefret, öfke ve kin... Yıllar boyu süregelmiş bir nefretin kökenindeki aşk, birini canavara dönüştürürken, diğerlerinin hayatını cehenneme çevirir. Eğer aşk bir madalyonsa, Uğultulu Tepeler bize bu madalyonun neredeyse hiç görmediğimiz arka yüzünü gösteriyor. Bu yüzden saf, hoş ve mutlu sonlu bir aşk hikâyesinden çok, zamana meydan okuyan ve yerini korkunç bir intikam arzusuna bırakan harcanmış bir aşkın hikâyesiyle karşı karşıyayız. Karakterlerin çokluğu ve olay örgüsündeki iç içelik başlarda göz korkutsa da biraz ilerledikçe kendinizi sayfaların içinde kaybolmuş hâlde bulacağınıza eminim.

Aşka dair bambaşka bir perspektifi gözler önüne seren bu roman, İngiliz edebiyatında çok önemli bir yere sahiptir. Yazarı Emily Brontë’nin tek romanı olmasıyla beraber, Victoria Dönemi’nin sosyal, ahlaki ve dini değerlerini yansıtır. Dönemin kadınlarının edebiyatta yer edinmesi kabul görmediği için, 1847 yılında Emily Brontë, Uğultulu Tepeleri bir erkek ismi kullanarak yayımlar. Ancak kendisinin vefatından sonra, tıpkı onun gibi yazar olan kız kardeşi Charlotte Brontë, eseri yeniden düzenleyip Emily Brontë adı altında ikinci baskısını yayımlamıştır.

Eserin içeriğine gelecek olursak, aslında her şey Bay Earnshaw’ın sokakta gördüğü yalnız, yoksul bir çingene çocuğu evlat edinmesiyle başlıyor. Earnshaw malikânesine getirilen bu çocuk Heathcliff, yani ana karakterimiz. Bununla beraber, Bay Earnshaw’ın iki çocuğu daha vardır; Catherine ve Hindley. Heathcliff’in gelişi evdeki tüm dengeleri bozar ve iki kuşak boyunca sürecek bir kaosun fitilini ateşler. Bu üç çocuğun arasındaki ilişkiye bakınca, Hindley’nin Heathcliff’ten hiç haz etmediğini, hatta onun varlığını, ona gösterilen ilgiyi ve şefkati kıskandığını görebiliriz. Zaten bu yüzden onu asla kabullenmez. Aynı şekilde aşırı derecede bencil ve hırslı olan Catherine de başta Heathcliff’ten hiç hoşlanmaz fakat daha sonrasında onu kabullenir ve böylece aralarında eşsiz bir bağ oluşur. Bay Earnshaw’ın ölümüyle, Heathcliff’in evdeki varlığı artık daha da tehlikeye girer çünkü Hindley’nin tüm nefretine ve kısıtlamalarına maruz kalır. Okuldan alınır, hizmetlilerle birlikte yaşamaya başlar. Heathcliff için süren bu eziyetin tek tesellisi Catherine’dir çünkü aralarındaki bağ artık bariz bir aşka dönüşmüştür. Bu esnada, komşu malikanelerinde yaşayan Edgar Linton adındaki oğlanın Catherine’e evlenme teklifi her şeyi alt üst eder ve eserin geri kalanında yaşanacak bütün trajedilerin başlangıcı olur. Çünkü Catherine artık bir seçim yapmak zorundadır. Ya sevdiği kişiyi, yani hâlen ‘çingene’ olarak görülen üvey kardeşi Heathcliff’i seçecek, ya da Edgar Linton’la evlenerek sosyal statüsünü garantiye alacaktır. Bu seçim her ne kadar sadece kendisini etkileyecek gibi görünse de kendisiyle beraber iki jenerasyonun da hayatına zulmü ve mutsuzluğu getirecektir.

Dönemin bir diğer tipik özelliği olarak evliliklerin aşktan çok ticari anlaşmalara benzemesinden bahsedebiliriz. Tamamen materyalist bir bakış açısıyla yapılan bu evlilikler kadınlar için tek yoldur. Kendi şartlarını yaratmak, bağımsız olmak gibi düşünceler kadınlar için asla geçerli olmadığından, tek çözüm malı mülkü olan, zengin ve saygın bir adamla evlenerek hayatlarını garanti altına almaktır. Catherine de bu bakış açısıyla seçimini zenginlikten, refahtan, sosyal statüden yana kullanır çünkü Heathcliff’le evlenmesi kabul edilemezdir. Tüm bunlara şahit olan Heathcliff, Earnshaw malikânesini terkeder. Geri döndüğündeyse eski hâlinden eser kalmamıştır. Yaşadığı tüm eziyet, hor görülme ve en çok da kalp kırıklığıyla bambaşka bir adama dönüşen Heathcliff, hayatını ona bunları yaşatan, Catherine’le evlenmesine engel olan herkesten intikam almaya adar. Yaptığı en ufak hareketinde bile tüm hücrelerinin nefret ve kinle dolu olduğunu görmek mümkün. Böylece Brontë, okurlarına büyük bir aşkın evrilebileceği en saf kötülüğü gösteriyor.

 Bana kalırsa, Uğultulu Tepeler okuduğum en etkileyici romanlardan biri. Aşk ve nefret gibi iki zıt duygunun çok çarpıcı şekilde işlendiği bu eseri hiç sıkılmadan, hayretler içinde okuyacağınıza eminim. Muhteşem kurgusuyla ve karakterleriyle Emily Brontë’nin ortaya çıkardığı bu kitapta, sevgisizlik ve aşağılanmanın bir insana yapabileceklerini ve bununla beraber gelen tüm trajedileri yakından görebilirsiniz. Akıcı ve son derece sarsıcı anlatımıyla, madalyonun arka yüzünü keşfetmek isteyenler için Uğultulu Tepeler eşsiz bir eser olacaktır.

 


Yorumlar

Yorum Yap

500