Dila Kırık 8 Eylül 2000 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlkokul yıllarından beri kitap okumaya ve yazı yazmaya karşı olan ilgisi asla azalmadı. Yazı yazmaya basit kompozisyonlar ve amatör hikâyeler yazmakla başladı. 2018 yılında Sancaktepe Anadolu Lisesi'nden mezun oldu, lise öğrenimi sırasında İngilizce ve Almanca eğitimi aldı. Bunun yanı sıra okul tarafından düzenlenen Erasmus+ projesi kapsamında Almanya'da bulundu. Şu anda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenimini sürdürmektedir.
KÜÇÜK PRENS
ANTOİNE DE SAİNT-EXUPÉRY
Bir kitabın çocuk kitabı mı yoksa yetişkinler için mi olduğunu nasıl anlarız? Ana karakteri çocuksa bu onu bir çocuk kitabı yapar mı? Bu sorunun kesin bir cevabı var mıdır bilemiyorum ama ‘çocuk kitabı’ diye nitelendirdiğimiz, bazen gözden kaçırdığımız eserlerin derinlerinden hiç beklemediğimiz şeyler çıkabiliyor. Bence Küçük Prens de bu kitaplardan biri. Çünkü Küçük Prens’i okurken yüzeyde görünen o tatlı kurgunun altında günlük hayatımıza dair büyük ve gerçekçi detayların gizli olduğunu görebilirsiniz. Bazıları için dramatik bir yolculuk, bazıları için bir başucu kitabı, bazıları içinse masum ve sevgi dolu bir çocuğun hikâyesi… Küçük Prens, okuyan herkeste yeni bir perspektif yaratmayı, değişik hisler uyandırmayı başarıyor. Bana kalırsa, 1940’larda yazılmış olmasına rağmen eğer 2021 senesinde içinden kendimize ve dönemimize dair bir pay çıkarabiliyorsak, Küçük Prens’in dünyada en çok okunan ve satan kitaplardan biri olmasına şaşmamak gerek.
Hepimizin edebiyat derslerinde en az bir kere duyduğu klasik cümlelerden biri Küçük Prens için o kadar geçerli ki… Nerdeyse tüm edebi eserlerin yazarından ve yazıldığı dönemden etkilendiği söylenir. Bu durum Küçük Prens’te oldukça belirgin. Yazar Antoine de Saint- Exupéry kişisel hayatından çok fazla detayı kitaba entegre etmiş. Bu noktada eseri yazarın hayatının bir yansıması olarak düşünebiliriz.
1900 doğumlu Antoine de Saint- Exupéry Fransız bir yazar olmasının yanında aynı zamanda bir pilot. 12 yaşında evlerinin yakınındaki bir havaalanında tanışıyor uçaklarla. Daha sonra bir pilotun onu uçağına alması ve kısa bir uçuş yapmalarıyla yazarımızın uçmaya karşı olan tutkusu başlıyor. Her ne kadar pilot olmanın hayalini kursa da bazı sebepler yüzünden bir türlü bu hayalini gerçekleştiremiyor. Denizcilik okulu, mimarlık fakültesi derken kendini orduda buluyor. Neyse ki burada şansı yaver gidiyor ve Fransız hava kuvvetlerinde teknisyenlik yapmaya başlıyor. Aldığı uçuş eğitimiyle nihayet hayalini gerçekleştirmeye çok yaklaşıyor. Askerliği bittikten sonra yine başka yollara sapmak durumunda kalsa da en sonunda hayaline kavuşuyor. Bir kargo uçağına pilotluk yaptığı dönemde aynı zamanda yazı yazmaya da başlıyor. Bu noktadan sonra Saint-Exupéry’nin hayatında talihsizlikler eksik olmuyor. Uçağının arıza yapmasıyla Sahra Çölü’ne zorunlu iniş yapması, günlerce orada kalması ve daha sonra bir Bedevi tarafından bulunması falan derken II. Dünya Savaşı döneminde yeniden orduya katılıyor. Trajedinin son noktasında 1944’te bir Alman pilotunun uçağını vurmasıyla Marsilya açıklarında denize düşüyor. Seneler boyunca Saint- Exupéry’e ve ölümüne dair hiçbir iz bulunamıyor ancak 2000 yılında balıkçıların bulduğu enkaz ortaya çıkarılıyor. Böylece değerli yazarın ölümündeki sır perdesi de aralanmış oluyor. Ne kadar tuhaftır ki, hayat onu pilot olmaktan defalarca kez uzaklaştırsa da, onu sarsıcı deneyimlerle buluştursa da o yine dönüp dolaşıp hayalini gerçekleştiriyor. Hayallerine karşı gösterdiği bağlılık ve azim oldukça takdir edilesi bir durum olsa da büyük bir tutkuyla peşinden koştuğu bu hayalinin ona böyle trajik bir ölüm vermesi beni çok etkiledi. Görünen o ki, iyi ya da kötü fark etmeksizin, hayat gerçekten sürprizlerle dolu.
Artık gelelim Küçük Prens’e… Küçük Prens dünyada kutsal kitaplar ve Das Kapital’den sonra en çok satan ve okunan kitap olmayı başarmış. Yüzlerce dile çevirisi yapılmış. Peki nedir bu Küçük Prens’in özelliği? En yüzeysel hâliyle bahsedecek olursak, her şey bir pilotun uçak motorunun arızası yüzünden Sahra Çölü’ne iniş yapması ve burada Küçük Prens’le tanışmasıyla başlıyor. Ki bu da yazarın hayatıyla eser arasındaki derin ilişkinin ilk örneği. Olayların gidişatına bakıldığında masumane, tatlı bir hikâye gibi görünebilir ama okuduğunuzda her cümlenin, her paragrafın altında insanlara, arkadaşlığa, sevgiye kısacası hayata dair birçok şey bulabileceğinize eminim. Küçük Prens en genel tabirle bir çocuğun gözünden yetişkin dünyasını anlatıyor bize. Ama öyle güzel bir gözle bakıyor ki, aslında her gün gözümüzün önünde olan şeyleri filtresiz, en şeffaf hâliyle gözümüze sokuyor. En başında yazarın Küçük Prens’i arkadaşı Leon Werth’e ithaf ettiğini açıkladığı bir bölüm var. Burada kullandığı cümlelerden biri aslında her şeyin özeti denebilir. “Yetişkinler de bir zamanlar çocuktular. (Ama içlerinden çok azı bunu hatırlar)”
Bence Küçük Prens’in en güzel özelliklerinden biri; yaşadığımız hayatın akışı içinde farkına varmadığımız monotonluğun, bencilliğin, maddiyat düşkünlüğünün sevimli metaforlar üzerinden gözler önüne serilmesi. Detaylara inecek olursak, Küçük Prens pilotla tanışmasının ardından ona kendi gezegeninden ve gezdiği diğer gezegenlerde yaşadığı deneyimlerden, tanıştığı kişilerden bahseder. Ona göre yetişkinler sıkıcı, materyalist ve ben merkezcidir. Hayatlarında anlamsız bir koşuşturma ve monoton bir döngü vardır. Gittiği her gezegende tanıştığı karakterlerle bu düşüncesini de doğruluyor aslında. Burada Saint- Exupéry’nin metaforları devreye giriyor çünkü her gezegen aslında hepimizin yakından tanıdığı bir yetişkin tiplemesini sembolize ediyor. Kullandığı dil ve anlatımıyla gözümüzün önünde duran tüm anlamsızlığı işaret ediyor sanki.
Küçük Prens’te en büyük sembol tabii ki Küçük Prens’in ta kendisi. Çocuk olmasının yanında inanılmaz gözlemler yapabilen, düşünen, sorgulayan aynı zamanda oldukça da ısrarcı bir karakter. Bunun yanında sorduğu sorular ve karşı karşıya kaldığı şeylere yaptığı yorumlarla sizleri de birkaç saniye oturup düşünmeye, sorgulamaya itiyor. Küçük bir çocuk olmasına rağmen her yaş grubunun kendine bir ders çıkarabileceği noktalara değiniyor. Olup biten her şeyi en temiz şeffaf hâliyle izlemesi ve yorumlamasının okuyucuda yepyeni bir pencere açtığını düşünüyorum.
Kitaptaki karakterlerin her biri, özellikle Küçük Prens’in ziyaret ettiği gezegende yaşayan karakterlerin hepsi gündelik hayatımızda aşina olduğumuz yetişkinlerin birer örneği. Mesela; ilk adres olan birinci gezegende bir Kral yaşıyor. Kendisi tam bir otorite düşkünü. Sorun şu ki gezegende hükmedeceği tek bir canlı bile yok. Burada aslında tüm dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan, egolu yetişkin tiplemesi sembolize ediliyor. Üçüncü gezegende ise bir Sarhoş yaşıyor. Çok alkol tükettiği için utandığı ve bunu unutmak için kendini yeniden alkole vurduğunu söylüyor. Çok tanıdık ve bir o kadar da komik tiplemelerle önümüze çıkarılan gerçekler… Gelelim en sık rastlanan yetişkin modeline. Dördüncü gezegende yaşayan iş adamı, şu an insanlığın içinde kaybolduğu döngünün en güzel örneği. Tüm ömrünü evrendeki yıldızları saymaya adayan ve bunu sırf yeni bir yıldız bulunursa ona da sahip olabilmek için yapıyor. Her ne kadar hayat koşulları bunu mecbur kılsa da, dördüncü gezegende maddiyat uğruna kendini harcayan herkes için ufak bir uyarı var diyebiliriz. Küçük Prens’in ziyaret ettiği altı tane gezegende tanıştığı herkes aslında hepimizin belli ölçüde sahip olduğu materyalist ve derinlikten yoksun düşünce yapısının vücut bulmuş hâlidir.
Bunun yanında, Küçük Prens’te gezegenler ve üzerindeki insanlar dışında birkaç karakter daha mevcut. Arkadaşlığın temsilcisi Tilki, gerçek sevginin karşılığı niteliğindeki Gül ve hayatın tek gerçeği olan ölümü simgeleyen Yılan… Yazarın kişisel hayatıyla olan ilişkisine bir diğer örnek ise Küçük Prens’in en değerlisi, biricik çiçeği, Gül’ü. Küçük Prensin çiçeğine duyduğu sevgi ve çaba göz önünde bulundurulduğunda, bu çiçeğin Saint- Exupéry’nin eşi Consuela’yı simgelediği düşünülüyor. Genel çerçevede, dostluğa olan tertemiz yaklaşımıyla, çok değer verdiği bir şeyi korumak için yapılabilecek tüm fedakarlıkları yapmasıyla ve gerektiğinde cesur davranabilmesiyle Küçük Prens, kendinize, insanlarla olan ilişkilerinize, hayata bakış açınıza etki edecek pek çok şeyi gözler önüne seriyor.
Tüm bu özellikleri ele aldığımızda, Küçük Prens, pek çok insan için oldukça özel bir eser. Kitaptaki tüm resimlerin Antoine de Saint- Exupéry’nin kendi sulu boya çizimleri olması, Küçük Prens’i, Tilki’yi, gezegenleri yani her şeyi yazarın hayalindeki hâliyle görebilmeyi sağlıyor. Tüm karakterler resme dökülmüşken, Pilot hakkında hiçbir çizimin olmaması, Saint-Exupery’nin kendi hayatını Pilot üzerinden yansıtmış olabileceğini düşündürüyor bizlere. Bunların yanında kitabın ilk yazıldığı dönemde yaklaşık 1000 sayfa olması ancak daha sonrasında kısaltılması, Fransa Euro para birimine geçmeden önce tüm 50 Frankların üzerinde Küçük Prens ve Saint- Exupéry’nin resimleri olması bu eser hakkında benim ilgimi çeken detaylardan bazıları oldu. Her şeyin sonucunda, Saint- Exupéry’nin bu değerli eseri dünya çapında birçok okuyucunun gönlünde taht kurmayı başarmış diyebiliriz. Çünkü bir çocuğun tertemiz gözleriyle hayatın akışına bakabilmek belki de şu dönemde en çok ihtiyacımız olan şeylerden biridir.
“Hoşça kal. İşte sana bir sır, çok basit bir şey; İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez.”