Kardeşimin Hikâyesi ZÜLFÜ LİVANELİ

01 March 2021
Dila KIRIK

Dila Kırık 8 Eylül 2000 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlkokul yıllarından beri kitap okumaya ve yazı yazmaya karşı olan ilgisi asla azalmadı. Yazı yazmaya basit kompozisyonlar ve amatör hikâyeler yazmakla başladı. 2018 yılında Sancaktepe Anadolu Lisesi'nden mezun oldu, lise öğrenimi sırasında İngilizce ve Almanca eğitimi aldı. Bunun yanı sıra okul tarafından düzenlenen Erasmus+ projesi kapsamında Almanya'da bulundu. Şu anda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenimini sürdürmektedir.

Kardeşimin Hikâyesi ZÜLFÜ LİVANELİ

  • 01 March 2021
  • 3083 Görüntülenme
  • YORUM

Tüm duyguların arasında en tehlikelisi hangisidir? Hangi duygu insanı büyük felaketlere sürükleyebilecek güce sahiptir? Zülfü Livaneli bize bu sorunun cevabını veriyor. Kardeşimin Hikâyesi adlı eserinde duyguların en tehlikelisini okuyucuyla yüzleştiriyor.

Zülfü Livaneli günümüzün önemli Türk yazarlarından biridir. Yazar kimliği dışında, müzisyenliği ve senaristliğiyle de tanınan Livaneli’nin, bu çok yönlülüğünü eserlerinde de görmek mümkün. Kardeşimin Hikâyesi, Zülfü Livaneli’nin Serenad’dan sonra okuduğum ikinci kitabıydı. Su gibi akıp giden, kendini okutan, sağ gösterip soldan vuran keyifli bir eser. Bence Kardeşimin Hikâyesi okunacak kitaplar listenizde olmayı hak ediyor.

Detayları ele alacak olursak, tıpkı Serenad’da gördüğümüz gibi iç içe geçmiş bir olay örgüsü çıkıyor karşımıza. Bir genelleme yapmaya yetecek kadar çok kitabını okumasam da, Zülfü Livaneli bu tarzı seviyor diye tahmin ediyorum. Okuyucuyu tek bir noktada toplamaktansa birçok hedef gösterip en son hepsiyle vuruyor. Kardeşimin Hikâyesi’nin Serenad’la benzerlik gösterdiği noktalardan biri de bu zaten. Serenad’daki Maya-Wagner-Nadia üçlüsü, Kardeşimin Hikâyesi’nde yerini Ahmet-Arzu-Mehmet üçlüsüne bırakıyor.

Hikâye Karadeniz’in sakin sessiz köylerinden biri olan Podima’da geçiyor. Ana karakterimiz Ahmet Arslan. Kendisi emekli bir inşaat mühendisi. Yalnızlığı seçmiş, hayatını kitap okumaya adamış biri olan Ahmet, adını üç başlı bir mitolojik yaratıktan alan köpeği Kerberos’la beraber dingin bir hayat sürerken Podima’da bir cinayet olur. Ahmet’in arkadaşlarından biri olan Arzu Kahraman evinde ölü bulununca, bu cinayeti araştırmak için gelen Gazeteci Kız aslında kitaptaki ‘başla’ düğmesine basan kişi diyebiliriz sanırım.

Ahmet yapayalnız adamın biri. Gazeteci Kızın deyimiyle ‘tuhaf’ biri. Kıyafetlerini hava sıcaklığına göre kategorize eden, kimseyle temasa geçmeyen, aklı fikri kitap okumakta olan, konuşmalarıyla okuyucu üzerinde psikolojik bir derinlik yaratan alışılagelmişin dışında bir karakter. Podima Cinayeti için köyü ziyaret eden Gazeteci Kız’la yollarının kesişmesiyle beraber uzun soluklu bir hikâye turu başlıyor. Arzu’nun ölümü üzerine başlayan sohbetleri Ahmet’in ikizi olan Mehmet Arslan’ın hikâyesiyle devam ediyor. Ancak her şeyin sonunda, neyin kurgu neyin gerçek olduğunu karıştırdığınız bir durumun içine düşüyorsunuz. Livaneli okuyucusunu adeta parmağında oynatıyor. Kardeşimin Hikâyesi’ni okurken iç içe geçmiş hayatların içinde kendinizi kaybedeceğinizden eminim.

Kardeşimin Hikâyesi geniş bir karakter kadrosuna sahip. Kitabı resmetmem gerekse, birbirinin içine yerleştirilmiş üç çember çizerdim ben. En içteki, yani merkezdeki çember kitabın adından tahmin edebileceğimiz üzere Ahmet’in ‘Kardeşinin’ hikâyesi, yani Mehmet’in hikâyesi. Bu hikâyede Zülfü Livaneli bizi Rusya’ya, Borisov’a götürüyor. Burada Olga ve Ludmilla ile tanışıp, Mehmet ve Olga’nın aşkına şahitlik ediyoruz. Ahmet diyor ki, “Birine âşık olmak, gözü bağlı olarak bir uçurumun kıyısında yürümek demektir. Başına neler geleceğini hiçbir zaman bilemezsin. Sonu ölüm de olabilir, cinayet de, intihar da.” Başta bahsettiğimiz o en tehlikeli duygunun ne olduğunu ve neden bu kadar tehlikeli olduğunu işte bu çemberde çok net bir şekilde görebilirsiniz. Bir dıştaki çembere geldiğimizde ise karşımıza Arzu Kahraman Cinayeti çıkıyor. Katil kim? Arzu neden öldürüldü? Tüm bu soruların cevabı için doğru yerdesiniz. Ve en sürprizli yere geldik. En dış çember, Ahmet Arslan’ın hikâyesi. Bütün düğümler burada çözülüyor. Livaneli bize son oyununu oynuyor.

Kitap ile ilgili kişisel görüşlerimden bahsetmem gerekirse, genel olarak beğendiğim ve bende iz bırakacak bir eser olduğunu söyleyebilirim. Ama içime sinmeyen bazı detaylar olduğuna da değinmeden geçemeyeceğim. Bu güzel kurgunun içinde bazı şeylerin aceleye geldiğini ya da havada kaldığını hissettim. Özellikle Olga ve Mehmet’in ilişkisi olayın temelini oluşturuyor olmasına rağmen, açıkçası bu aşk bana biraz yavan geldi. Bu ikilinin arasındaki olaylar biraz üstünkörü işlenmiş. İlgi çekici ve devamında neler geleceğini merak ettiren bir şekilde başlamasına rağmen sonuca bağlanışı beni hiç tatmin etmedi. Sanki o kısımda Livaneli bu aşktan sıkılmış ve onlara kendince bir son ayarlamış gibi hissettirdi bana. Böylesine ustaca oluşturulmuş bu güzel kurgunun içinde çok basit ve havada kalan bir aşk hikâyesiydi bence. Şahsen Mehmet’in hikâyesinde önemli bir rol oynayan bu aşk için çok daha komplike bir son beklemiştim. Bu noktada biraz hevesim kursağımda kaldı desem yalan olmaz galiba.

Kitap boyunca süren bir gizem var. Cevaplanmasını beklediğiniz soru işaretleri, kaldırıp altına bakmak istediğiniz taşlar çıkacak bu yolda karşınıza. Bu noktada aslında Gazeteci Kız okuyucunun bir yansıması olup çıkıyor. Hikâyeleri merak edişi, hakkında sorular soruşu kendinizi kitabın içinde bulmuşsunuz gibi hissettiriyor. Aklınızda beliren sorular teker teker Gazeteci Kızın ağzından dökülüveriyor. Ancak tam kitabın havasına kapılıp hikâyenin zirvesine geldiğinizi sandığınız yerde, tekrar en dış çembere dönüp Ahmet’in köpeğini gezdirmeye çıkarması gibi konudan bağımsız bir olay, size iç gıcıklayıcı bir his eşliğinde derin nefes aldırıp bir sonraki sayfaya gönderiyor. Başta da bahsettiğim gibi, Livaneli okuyucusuyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor 324 sayfa boyunca. Bir nevi sabrınızı ölçüyor da denebilir.

Hepsi bir yana, kitabın son sayfasını okuyup bitirdiğimde birkaç dakika kendime gelemedim. Açıkçası katilin kim olduğunu öğrenmekten çok, her şeye en dış çemberden bakmak ve her taşın yerli yerine oturduğunu görmek üzerimde net bir dumur olma hali yarattı. Sarsıcı, çarpıcı, biraz silkeleyen, beklenmedik bir sondu benim için. Sanki Livaneli’nin ‘Hiç beklemiyordun ama değil mi?’ dediğini duyar gibi oldum. Şaşırtıcı sonu dışında, üzerinde durmak istediğim bir diğer detay tabi ki Zülfü Livaneli’nin anlatımı. Müthiş bir yalınlık ve sürükleyicilikle sayfaların akıp gittiğini fark etmiyorsunuz bile. Kendinizi kitaba adapte etmek hiç zor olmuyor. Sohbet niteliğinde ama edebi yönü kuvvetli bu anlatım Zülfü Livaneli’nin eserlerinin en beğendiğim yönlerinden biri. Kardeşimin Hikâyesi’nde aşk, cinayet, dram ne ararsanız var. Bir tarafta hiç yormadan okuyucuyu olayın diğer köşesine çekiveren anlatımıyla, diğer yandan aklınızı ve sabrınızı sınayan kurgusuyla, Livaneli sizi keyifli bir yolculuğa davet ediyor.


Yorumlar

Yorum Yap

500