Dila Kırık 8 Eylül 2000 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlkokul yıllarından beri kitap okumaya ve yazı yazmaya karşı olan ilgisi asla azalmadı. Yazı yazmaya basit kompozisyonlar ve amatör hikâyeler yazmakla başladı. 2018 yılında Sancaktepe Anadolu Lisesi'nden mezun oldu, lise öğrenimi sırasında İngilizce ve Almanca eğitimi aldı. Bunun yanı sıra okul tarafından düzenlenen Erasmus+ projesi kapsamında Almanya'da bulundu. Şu anda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenimini sürdürmektedir.
Evde bir ayna kırıldığında içinizi bir sıkıntı kaplar mı? Ayakkabınız ters geldiğinde endişelenir misiniz? Ya da kara kediler... Hepimizin bildiği gibi, batıl inançlar ve hurafeler günlük hayatımızın çok büyük bir bölümünü kapsıyor. Toplumumuzda bunların daha birçok örneğini görmek mümkündür; çünkü ister istemez birçoğumuz hayatlarımızı bu inanışlar çerçevesinde sürdürürüz. Kırık ayna, kara kedi gibi uğursuzluk getirdiğine inanılan hurafelerin neredeyse tamamı, bazen caydırma, bazen korkutma ve bu korkuyu kötüye kullanma amacıyla uydurulmuş kurgulardır. Her ne kadar temelsiz olduklarını bilsek de bir yanımız onları yok saymaktan çekinir. Çünkü artık toplumumuzun ayrılmaz parçaları hâline gelmiş, bir nevi kültür oluşturmuşlardır. Hüseyin Rahmi Gürpınar ‘Gulyabani’ adlı eserinde işte tam da bu noktaya değiniyor. Batıl inançların ve hurafelerin aslında gerçek olmadığını, bu uydurmaların başka amaçlar peşinde koşan insanların birer oyunu olduğunu ve yine biz insanların bunlara inanarak hayatımızı ne kadar kötü noktalara getirebileceğimizi işaret ediyor.
Hüseyin Rahmi Gürpınar Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biridir. 1864 doğumlu yazar, Servetifünun döneminde yaşamış olsa da dönemin bakış açısının dışında eserler vermiştir. Daha çok toplum için edebiyat anlayışını sürdürür ve bu noktada Ahmet Mithat’tan oldukça ilham almış olduğu söylenir. Eserlerine gelecek olursak, ‘Gulyabani’, ‘Mürebbiye’, ‘Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç’ gibi önemli romanları Türk Edebiyatı’na kazandırmıştır. Genellikle 19. yüzyıl sonları İstanbul’unu tasvir eder. Toplumun çeşitli yönlerini mizahi anlatımıyla sentezleyerek eserlerinde okuyucusuna sunar. Gulyabani’ye gelecek olursak, aslında bir nevi ‘istek parça’ diyebiliriz. Çünkü eser bir hanımninenin Hüseyin Rahmi’den ricası üzerine yazılmıştır. Bu hanımninemiz, tandır başında toplanan eğitimsiz kadın arkadaşlarının da rahatlıkla anlayabileceği ve keyif alabileceği bir roman yazmasını istemiştir. Bunun en kolay yolu ise tabii ki halkın en çok ilgisini çeken inler, cinler, gulyabanilerdir Burada da görebileceğimiz gibi, bu inançlar ve hurafeler hayatımızın önemli bir parçası hâline gelmiş ve o dönemin fantastik/korku edebiyatına malzemeler veren hatırı sayılır unsurlardır. Sonuç olarak, hanımninenin ricasını kabul eder ve oldukça akıcı ve eğlenceli bir eser olan Gulyabani ortaya çıkar. Aynı zamanda, kitabın ilk sayfalarında hanımninenin mektubu ve Hüseyin Rahmi’nin cevabını da görebilirsiniz.
Kitabımızın ana karakteri Muhsine’dir. Kendisi genç yaşta eşini kaybetmiş ve yalnız başına kalmıştır. Bir tanıdığın tavsiyesi üzerine İstanbul’un uzak semtlerinden birinde, Yedi Çobanlar Çiftliği’nde çalışmaya başlar. Ancak birkaç kurala uyması gerekir; Muhsine köşkte olup biten hiçbir şeyi merak etmemeli ve hiçbir şey sormamalıdır. Çünkü köşk cinler ve perilerle doludur. Muhsine’nin yanı sıra, diğer iki belirgin karakter olan Aşçı Ruşen ve Çeşmifelek Kalfa, tıpkı Muhsine gibi bu köşkün hizmetçiliğini yapan iki kadındır. Muhsine bu köşkteki cinlerin gazabından korunmak için yapılması ve yapılmaması gerekenleri bu iki kadından öğrenir. Hüseyin Rahmi, bu kitabında oldukça keyif veren mizahi bir anlatıma sahip. Bununla beraber, batıl inançların halkın gözünde ne kadar hassas konular olduğunu işaret ederken masum insanları suiistimal etmek için de kullanılabildiğini gösteriyor.
Gulyabani rahat ve okuyucuyu içine alan bir dile sahip. Çok geniş bir karakter kadrosu bulunmadığından ve olayların akıcılığından dolayı sıkılıp yorulmadan rahatlıkla okuyacağınız bir eser. Aynı zamanda, kadınlar arasında geçen diyaloglar ve cinlerle olan mücadelelerinde kullandıkları yöntemler bazen çok komik ve absürt olabiliyor. Bu yüzden ben okurken kesinlikle çok eğlendiğimi söyleyebilirim. Özellikle kitabın sonlarına doğru kadınların cinlerle ve Gulyabani ile olan mücadelesi daha da eğlenceli ve merak uyandırıcı hâle geliyor. Bu yüzden 130 sayfalık bu tatlı eser keyifli vakit geçirebilmek için güzel bir seçenek olabilir. Bir yandan gülerken, bir yandan da bazı hurafelerin aslında ne kadar temelsiz olduğunu ve masum insanların suistimal edilmesinde ne kadar kolay bir şekilde kullanıldığını görebilirsiniz.