Genç Bir Doktorun Anıları Mihail Bulgakov

01 February 2021
Dila KIRIK

Dila Kırık 8 Eylül 2000 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlkokul yıllarından beri kitap okumaya ve yazı yazmaya karşı olan ilgisi asla azalmadı. Yazı yazmaya basit kompozisyonlar ve amatör hikâyeler yazmakla başladı. 2018 yılında Sancaktepe Anadolu Lisesi'nden mezun oldu, lise öğrenimi sırasında İngilizce ve Almanca eğitimi aldı. Bunun yanı sıra okul tarafından düzenlenen Erasmus+ projesi kapsamında Almanya'da bulundu. Şu anda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenimini sürdürmektedir.

Genç Bir Doktorun Anıları Mihail Bulgakov

  • 01 February 2021
  • 1924 Görüntülenme
  • YORUM

Beyaz önlük, stetoskop, enjektör… Neyi, kimi çağrıştırıyor bu sözcükler? Dışardan bakıldığında beyaz önlüklü, boynunda stetoskopla hastane koridorlarında gezen, herkesin hayatının bir döneminde hayallerini süsleyen ama aynı zamanda zorluğu herkes tarafından tescillenmiş bir meslek grubunu, yani doktorluğu anımsatıyor bizlere. Hep deriz ya, “Senelerce okuyorsun, kolay iş mi?”, “Çok zor meslek, ne gecesi var ne gündüzü!”, “Benim hiç içim kaldırmıyor valla kan görmeyi helal olsun insanlara”. Peki sadece senelerce okumak ya da kan görmeye dayanıklı olmak mıdır doktorluğu zor yapan? Ya da sadece ‘zor’ kelimesi yetiyor mu bu mesleği tanımlamaya? Tabii ki hayır. Doktorların verdiği savaşın sadece hastalıklarla, virüslerle, hatta ölümle olduğunu zannederiz. Mihail Bulgakov Genç Bir Doktorun Anıları adlı eserinde bu konuya tamamen yeni bir pencere açıyor. Aslında doktorların özelinde tüm sağlık çalışanlarının, hastalıklar, virüsler gibi tıbbi düşmanları olmasının yanında ayrıca toplumsal kalıplarla ve halkın cehaletiyle de mücadele etmeye çalıştıklarını gösteriyor. Batıl inançlar her ne kadar toplumun birer parçası olsa da, çoğu zaman bilimin birçok alanını da gölgeliyor. Bu batıl inançlara bel bağlayan bilinçsiz toplum ve onları tedavi etmekle mükellef olan Doktor Bomgard’ın çabaları bu eserde gözler önüne seriliyor.

Mihail Bulgakov Kiev Üniversitesinde Tıp eğitimi almış bir Rus yazar. Kendisi Rusya’daki savaş dönemini birebir yaşamış. Kızılhaç’ta gönüllü olarak görev yapmış, tıpkı Bomgard gibi kendisi de Rusya’nın küçük bir köyüne atanmış. Birinci Dünya Savaşı sırasında morfin kullanmaya başlamış ama neyse ki daha sonrasında bu alışkanlıktan kurtulmayı başarmış. Aslında Genç Bir Doktorun Anıları, Bulgakov’un kendi hayatından yansımalar barındırıyor. Görev yılları boyunca başından geçen çeşitli olaylardan esinlenerek yazdığı öyküler, bu değerli eserde okuyucuyla buluşuyor.

 

 

Genç Bir Doktorun Anıları, gözümüzdeki “doktor” profilinin ne kadar çok soru işaretleriyle dolu olduğunu fark ettirdi bana. Bize hep insanüstü bir meslekmiş gibi gelmez mi? Bir insan hayatla ölüm arasındaki o çizgiyi tam geçecekken kolundan tutup onu geri getiren kıymetli kişiler elbette hepimiz için merak konusu oluyor. Genç Bir Doktorun Anıları’nda doktorluğun bize verdiği o ‘insanüstü’ his yerini bir empati duygusuna bırakıyor diyebilirim. Yeni mezun bir doktorun mesleğe adaptasyon sürecinde nasıl aşamalardan geçtiğini, başına nelerin geldiğini ve tecrübe kazanırken yaşadığı zorlukları anlatırken, aslında bir yandan da doktorların zannedildiği gibi birer makine değil, tıpkı bizim gibi ‘insan’ olduklarının da alt mesaj olarak verildiğini düşünüyorum. Zaman zaman kendi ihtiyaçlarını gidermeye bile vakit bulamazken, hastalarla ilgilenen Bomgard, doktorluğun hiç bilmediğimiz yönleriyle bizi tanıştırıyor. Bulgakov, bununla kalmayıp bizleri yaklaşık 100 yıl geriye götürüp Rusya’nın savaş dönemini, yaşanan iç savaşın yarattığı ortamı okuyucusuna yansıtmayı başarıyor.

Kitaptaki detayları ele alacak olursak, her şey 23 yaşında tıp fakültesinden yeni mezun olmuş, taze doktorumuz Bomgard’ın Rusya’da ücra bir köye atanmasıyla başlıyor. Kar, kış, tipi… Her ne kadar staj görmek, tecrübe kazanmak istese de taşraya atanmasıyla onun için yepyeni bir sayfa açılıyor. Daha taşranın acımasız kış şartlarına alışamadan doktor olmanın asıl sorumluluğu altına girmek çiçeği burnunda Doktor Bomgard’a bir tokat gibi çarpıyor. Teorik bilgisi derya deniz olsa da pratikte oldukça deneyimsiz. Bu da yetmezmişçesine küçük köy hastanesindeki tek doktor olması durumu daha da korkutucu yapıyor onun için. Yani okuyucu olarak, doktorluğa ilk adımını atan Bomgard’ın yoğun endişesine ve hata yapma korkusuna eşlik ediyoruz. Tıp eğitimi boyunca gayet başarılı bir öğrenci olsa da tecrübesizliği yüzünden başlangıçta hiçbir şey kolay gitmiyor. Yine de, ona eşlik eden iki ebe ve bir sağlık memurunun da desteği sayesinde, Doktor Bomgard. Zaman içinde mesleğinin gerektirdiği soğukkanlılığı kazanıyor ve edindiği deneyimlerle belli bir yol kat etmeyi de başarıyor.

İsminden de tahmin edilebileceği gibi, kitap genç Doktor Bomgard’ın başından geçen çeşitli olaylardan oluşuyor. Her bölümde doktorluğun farklı yönleri ve zorluklarıyla yüzleşiyorsunuz. Köy hastanesine gelen türlü hastalar ve Doktor Bomgard’ın bu hastalara çözüm bulabilmek için gösterdiği çaba müthiş bir şeffaflıkla anlatılıyor. Bulgakov’un dili oldukça sade ve akıcı. Bu yüzden kitap boyunca kendinizi o anın içinde hissedeceğinizden eminim. Örnek vermek gerekirse, bölümlerden birinde Bomgard solunum sıkıntısı çeken bir hastasına ‘trakeotomi’ adı verilen bir cerrahi müdahale uyguluyor. Yani hastanın nefes yolunu açmak için boğazında bir kesik açıyor. Bulgakov’un açık betimleriyle hastaya yapılan tüm işlemler sanki gözlerinizin önünde gerçekleşiyormuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bununla beraber Bulgakov’un anlatımındaki sadelik ve bunun gibi birçok müdahaleyi hiçbir tıbbi bilginiz olmadan anlayabilmenizi sağlıyor. Bence bu okuyucu ve yazar arasındaki ilişkiyi fazlaca arttıran, aynı zamanda okuyucuyu kitaba bağlayan önemli detaylardan biri. Böylece Bomgard’ın özellikle cerrahi müdahaleler esnasında yaşadığı stres ve endişeyi siz de sanki ameliyat masasının diğer ucundaymış gibi hissedeceksiniz. Elinin altında can çekişen ve ona ihtiyaç duyan bir insan varken, öğrendiği derya deniz birçok bilginin içinde o an ona lazım olanı seçip bulmak ve onu doğru şekilde uygulayıp hastayı kurtarmak… Mihail Bulgakov bize sanki mekanikmiş gibi gelen tüm bu aşamaların aslında genç ve tecrübesiz bir doktorun beyninde nasıl depremler yaratabildiğini, bu koşullarda stres yönetiminin ne kadar zor ama bir o kadar da önemli olduğunu gösteriyor.

Elbette her geçen sayfada Bomgard biraz daha deneyim kazanıyor. Artık mesleğe de zorlu koşullara da adapte olmuş bir doktor çıkıyor karşımıza. Ama tabi ki dert bitmiyor … İnsanla uğraşmak zordur ama insan canıyla uğraşmak çok daha zor olsa gerek. Tehlikeli doğumlar, ciddi cerrahi müdahaleler, korkunç hava koşullarına rağmen ulaşılması gereken hastalar… Doktor Bomgard’ın macerasında ne ararsanız var. Bunun yanında, bir doktor için hastayı tedavi etmekten daha zor olan şeyin aslında o hastayı hastalığının ciddiyetine inandırabilmek olduğunu da görüyoruz Bulgakov’un eserinde. Toplumun batıl inançlara olan bağlılığı, kulaktan dolma bilgilere olan güveni, bilime olan ön yargıları ve cehaleti yüzünden genç doktorun işi çok daha zorlaşıyor. Bir frengi hastasına, eğer doğru düzgün tedavi edilmezse hastalığın ne kadar ciddi boyutlara ulaşabileceğine inandırmak Doktor Bomgard’ın en büyük imtihanlarından biri oluyor.

Ayrıca, Mihail Bulgakov’un Genç Bir Doktorun Anıları isimli kitabının son iki bölümünde Bomgard’ın meslektaşı olan iki doktorun başından geçen bazı olaylar da mevcut. Yine bu olaylarda da Bulgakov’un kişisel tecrübelerinden esinlendiğini görmek mümkün. ‘Morfin’ adlı bölümde özellikle Bulgakov’un kendisinin de bir morfin bağımlısı olduğu dönemden ufak tefek yansımalar yaptığı oldukça bariz. Tıpkı Bomgard gibi genç bir doktor olan Polyakov’un, ağrılarını azaltması için başladığı morfin kullanımının ardından bağımlı hâle gelmesine şahitlik ettiğimiz bu bölümden sonra, Doktor Yaşvin’in iç savaş dönemi Rusyası’nda başından geçen şaşkınlık verici olay ise sizi ‘Ben Birini Öldürdüm’ isimli bölümde bekliyor olacak.

Genç Bir Doktorun Anıları, Mihail Bulgakov’un okuduğum ilk eseriydi. Şunu söylemeliyim ki, bende çok güzel bir izlenim bıraktı. Aşağı yukarı 4-5 günde okuyup bitirebileceğiniz, su gibi akıp giden keyifli bir kitap. Daha ilk sayfadan itibaren sizi o dünyanın içine alıyor ve 157 sayfa boyunca hiç sıkılmadan Bomgard’ın macerasına eşlik ediyorsunuz. Özellikle Bulgakov’un anlatımındaki şeffaflık ve akıcılığın okuyucu ve Bomgard arasında bir köprü oluşturduğunu düşünüyorum. Eğer sizin de hâlâ aklınızın bir köşesinde ‘doktor olmak acaba nasıl bir his?’ diye içinizi kemiren bir kurt varsa, eminim ki Mihail Bulgakov’un kaleme aldığı Genç Bir Doktorun Anıları’nı okuduktan sonra hiç pişman olmayacak, aksine yepyeni bir perspektif kazanacaksınız.


Yorumlar

Yorum Yap

500