Ben, Kirke MADELINE MILLER

01 April 2021
Dila KIRIK

Dila Kırık 8 Eylül 2000 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlkokul yıllarından beri kitap okumaya ve yazı yazmaya karşı olan ilgisi asla azalmadı. Yazı yazmaya basit kompozisyonlar ve amatör hikâyeler yazmakla başladı. 2018 yılında Sancaktepe Anadolu Lisesi'nden mezun oldu, lise öğrenimi sırasında İngilizce ve Almanca eğitimi aldı. Bunun yanı sıra okul tarafından düzenlenen Erasmus+ projesi kapsamında Almanya'da bulundu. Şu anda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenimini sürdürmektedir.

Ben, Kirke MADELINE MILLER

  • 01 April 2021
  • 1756 Görüntülenme
  • YORUM

Zeus, Promethus, Odysseus, Poseidon ve daha pek çoğu… Mitolojiyle ilgili olan herkesin tanıdığı, ilgili olmayanların ise bir şekilde kıyıdan köşeden kulağına gelmiş olan isimlerdir bunlar. Fırsatı gelmişken değinmeden olmaz. Mitoloji en kısa ve üstü kapalı tabiriyle efsaneler bilimidir. Aslında mitoloji, geçmişte yaşamış olan insanların kendi toplumlarında yaşanan olayları anlamlandırmak amacıyla yaptıkları ‘mit’ adı verilen anlatılardan oluşur. Yani insanlar kendi kendilerine bir açıklama bulamadıkları olayları (bunlar doğaüstü olaylar veya dünyanın oluşumu olabilir) mitlerle açıklamışlar. Mitoloji tanrıları, tanrıçaları, çeşit çeşit yaratıkları da içerir. Tanrı ve tanrıçalardan bahsedince aklımıza en çok Yunan ve Mısır Mitolojisi gelse de aslında biz Türklerin de oldukça zengin bir mitolojik kültürü vardır. Örneğin; Türk mitolojisinde ‘Su İyesi’ suyun koruyucu ruhudur. Eskiden insanlar her su kaynağında bir iyenin yaşadığına inanırmış. Ancak bazen Su İyeleri’nin hareketleri suyu dalgalandırır, dereleri ve barajları taşırırmış. Yani işin özünde aslında insanlar anlamlandıramadıkları coğrafi olaylara kendilerince anlam yükleyerek bunu mitolojik öğeler haline getirmişler. Dediğim gibi, mitoloji denilince en çok aşina olduğumuz genellikle Yunan Mitolojisidir çünkü artık günlük hayatımızın içine işlemeyi başarmıştır. Her ne kadar detaylarını bilmesek de güzel kadınlara ‘Afrodit’ benzetmesi yaparken, konu aşka gelince ‘Eros’ ve o meşhur okundan bahsederken, hatta evcil hayvanlarımıza Hera, Ares gibi isimler koyarken bile aslında Yunan Mitolojisi’yle ne kadar da iç içe olduğumuzdan habersiziz.

Mitoloji günlük hayatımızda olduğu kadar edebiyatta da büyük bir role sahiptir. İçerdiği sonsuz mitolojik hikâye ve karakterle edebiyat için adeta harika bir hazinedir. Zaten bu yüzden her edebi dönemin her türden metninde mitolojik öğelere rastlamak mümkündür. ‘Ben, Kirke’ de mitolojik açıdan oldukça önemli eserlerden bir tanesi. Goodreads okurlarına göre, 2018 yılının En İyi Fantastik Romanı seçilen bu kitap, Yunan Mitolojisi’nde gölgede kalmış bir tanrıça olan Kirke’nin başından geçen olayları anlatıyor. Kirke’nin maceralarının yanında, aynı zamanda Yunan Mitolojisindeki Odysseus, Daidalos, Promethus ve Troya Savaşı gibi birçok efsaneyi de tamamen farklı bir perspektiften gözler önüne seriyor. Özellikle kadın bir karakterin çerçevesinden bakıyor olmak da kitap hakkında fark yaratan detaylardan biri. Ama tabii ki sadece bununla sınırlı değil. Aslında kitap boyunca ölümsüz bir ömre refakat edeceksiniz. Her ne kadar tarih boyunca insanoğlunun en büyük arzusu ölümsüzlük olsa da, acaba gerçekten sandığımız kadar güzel bir şey mi? Bunun cevabı Kirke’nin başından geçen olaylarda saklı. Her şey bir yana, özellikle Yunan Mitolojisi konusunda bilgi sahibi olanlar için zevkli, olmayanlar içinse hem zevkli hem de öğretici bir eser.

Kirke, yani ana kahramanımız tahmin edileceği üzere bir mitolojik karakter. Kendisi diğer mitolojik kaynaklarda anlatıldığından biraz daha farklı anlatılıyor Madeline Miller’ın kitabında. Bazı antik kayıtlarda, Kirke güzel mi güzel ancak aynı zamanda tehlikeli bir kadın olarak tasvir ediliyor. Bu yüzden ‘ölümcül kadın’ anlamına gelen ‘femme fatale’ olarak da anıldığı kaynaklar mevcut çünkü bu metinlere göre Kirke erkekleri önce güzelliğiyle yoldan çıkarıp daha sonra onlara zarar veriyor. Fakat kitapta bu bilgilerle az buçuk uyuşsa da tamamen farklı olan bir Kirke görüyoruz. Tüm bu antik kayıtlarda ve efsanelerde bahsedilen birçok olayın Kirke’nin gözünden aktarılması, okuyucuya Kirke’yi ve diğer pek çok olayı da birkaç farklı yönüyle inceleyebilme fırsatı veriyor.

Biraz daha detaylandıracak olursak, Kirke bir tanrıça ama öyle Zeus gibi yüksek mertebeli değil. Güneş’in Efendisi Helios ve bir Nympha (bir nevi su perisi ve tanrıçaların en güçsüzü) olan Perseis’in kızı olduğu için alt sınıf bir tanrıça diyebiliriz. Kirke doğduğu günden itibaren kendi ailesi dahil hiç kimse tarafından sevilmiyor. Tek bakışıyla alevler çıkaran koskoca Helios’un kızı Kirke, kayda değer hiçbir tanrısal güce sahip olmadığı için annesi ve babası dahil hiç kimseden değer görmüyor. Kısacası, çevresindeki herkes tarafından yalnızlığa mahkûm ediliyor. Olay örgüsü her ne kadar alt seviyeden bir tanrıça üzerine kurulmuş olsa da, Kirke’nin herkes tarafından itilmesi, kalabalığın içinde yalnızlıkla mücadele etmesi, değer görmemiş hatta yok sayılmış olmasıyla aslında hepimizin aşina olduğu bir karakter. Ölümsüzlüğün ağır yükü ve binlerce yılın getirdiği tecrübe tabiri caizse ‘sünepe’ yerine koyulan Kirke’yi alıp yerine herkese kafa tutan Aiaie Cadısı Kirke’yi getiriyor.

Kirke’nin silik yaşamındaki ilk değişim ve cadılığa attığı ilk adım âşık olmasıyla başlıyor. Bu aşkla hem kendisinin hem de başkalarının hayatını kökten değiştirecek bir hamle yapıyor. Kitapta Kirke’nin de birçok kez dile getirdiği gibi, tanrılar seni ezmekten keyif alır ve asla güçlenmeni istemezler. Hele ki alt sınıftan bir ilahi varlıksan... Bu duruma bir de Kirke’nin kadın olmasını eklersek, tabii ki bu hamle tanrıların tanrısı Zeus’un hiç hoşuna gitmiyor. Bunun sonrasında gelişen tüm olaylar Kirke’nin önce cadılığını daha sonra kendisini ispatlamasında önemli rol oynuyor. Ayrıca genelde izlediğimiz filmler ya da okuduğumuz kitaplarda cadılar kötüdür. Büyülerini birilerini öldürmek, zehirlemek gibi kötü amaçlar için yaparlar. Ancak Kirke bize cadılığın kötü olması gerekmediğini gösteriyor. Cadılığı sanki bir sanatmış gibi yansıtıyor okuyucuya. Hatta kitabın bir bölümünde kendisi şöyle diyor; ‘Cadılık illa nefret, kıskançlık ya da başka türlü bir kötülükten doğmaz; ben ilk büyümü aşkımdan yapmıştım.’

Kişisel düşüncelerime gelecek olursak; okuduğum ilk mitolojik kitap olması ve kitap zevkine çokça güvendiğim birinin hediyesi olmasından dolayı okumaya baya hevesli başladım. Heveslerim de boşa gitti diyemem, gayet keyifliydi. Kitapla alakalı en çok hoşuma giden detay bir kadın karakterin baştan sona kadar bütün hatalarıyla, pişmanlıklarıyla, iyi ve kötü davranışlarıyla yüzleşerek, gerektiğinde bedel ödeyerek ama her şeyden önemlisi; inandığı ve sevdiği şeyler için herkese (onu tuzla buz edebilecek tanrılara bile) kafa tutmaya cesaret ederek küllerinden doğmasıydı sanırım. Zaten bu kitabı okumak bir nevi Kirke’nin ölümsüz ömründe ona yol arkadaşı olmak gibi hissettiriyor. Çünkü her şey Kirke’nin kendi ağzından anlatılıyor. Doğumundan itibaren başına gelen her şey Kirke’nin kitabın son sayfasında sahip olduğu güçlü ve cesur kimliğe katkıda bulunuyor diyebilirim. Babası, annesi, kardeşleri ve dünyasındaki diğer tüm ilahi varlıklar tarafından alay edilen, ciddiye alınmayan Kirke; aşklarıyla, savaşlarıyla, zekasıyla ve tabii ki geçen binlerce yılda iyice ustalaştığı cadılığıyla bambaşka birine dönüşüyor. Bir diğer yandan, kitabı okurken Madeline Miller’ın feministliğini tatlı tatlı hissediyorsunuz. Çünkü edebiyatta da günlük hayatımızda da oldukça yaygın bir şekilde gördüğümüz erkek baskınlığının mitolojik tanrılar, ilahi varlıklar arasında bile olduğunu gözümüze sokuyor. ‘Eğer kadınsan, tanrıça bile olsan kaybeden taraftasın.’ Her şey bir yana, sırf kadın olduğu için başına gelenler ve yine bir kadın olarak tek başına başardığı şeyler, üstesinden geldiği zorluklar gerçekten takdir edilesi. Bu noktada aslında çok klasik ama bir o kadar da önemli olan alt mesajı görmek hiç zor değil. Tanrıça, cadı veya büyücü. Hiçbiri olmasına gerek yok. İsteyen ve gerçekten inanan bir kadının başaramayacağı ya da üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yoktur. Ayrıca, Ben, Kirke’de ana karakteri birkaç farklı kimlikte görmek de mümkün. Mesela hikâye boyunca, Kirke’yi bazen gözü kör olmuş saf bir âşık bazense mantığını her zaman aşkının üstünde tutan bir kadın olarak görebilirsiniz. Bunun yanında bazen becerikli bir cadı bazense cesur ve sevgi dolu bir annedir. Yani kısacası Kirke çok yönlü bir karakter. Ve tüm yönleriyle sizi büyüleyeceğine eminim.

Ben, Kirke’nin diliyle alakalı söyleyebileceğim ilk şey oldukça betimleyici olması sanırım. Olaylar öyle yoğun ama öyle güzel bir şekilde betimleniyor ki Helios’un salonlarını, Aiaie adasını, Telegonos’un gemisini yani her şeyi gözünüzün önüne kolaylıkla getirebilirsiniz. Bu çok güzel olsa da kitabın okunma hızını azalttığını hissettim çünkü betimlemelerin yoğunluğundan dolayı okuduğunuz 5 sayfa size 15 sayfa okumuşsunuz gibi gelebiliyor bazen. Yoğun betimlemelerin yanı sıra, yormayan, rahat ve hoş bir anlatıma sahip. Kısacası dolu dolu ve çekici bir kitap. Ama betimlemelerin yoğunluğunu göz önünde bulundurursak öyle hızlı hızlı okuyayım diyebileceğimiz bir kitap mı, orası tartışılır. Bunun dışında kitabın en sonunda karakterler ile ilgili bir bilgilendirme bölümü var. Eğer Yunan Mitolojisi hakkında çok bilgi sahibi değilseniz iyice anlayarak gitmek açısından ara sıra bu bölüme göz atmak iyi bir fikir olabilir. Ama bence bu bölüme o karakterin yeri geldikçe bakılmalı çünkü açıklamalarda bazen ilerleyen konulara dair ufak tefek ipuçları olabiliyor. Sonuçta Kirke’nin gizemi bozulsun istemeyiz. Benim mitoloji hakkında en azından kitabı rahatça anlayacak kadar bilgim olduğu için bu bölüme bakmaya pek ihtiyaç duymadım ama özellikle Yunan Mitolojisi’nde kim kimle evlenmiş, kim kimin çocuğuymuş akılda tutmak zor olabildiği için bence kesinlikle iyi düşünülmüş bir detay.

Başta da bahsettiğim gibi Ben, Kirke okuduğum ilk mitolojik kitaptı. Ama son olmayacağı da kesin. Özellikle mitoloji severlerin oldukça hoşuna gideceğini düşünüyorum. Kirke’nin yolculuğunda ona refakat etmek çok keyifliydi. Ayrıca ölümsüz olmak aslında gerçekten sandığımız kadar arzu edilesi bir şey mi diye tekrar düşünmenize sebep olacak bir kitap. Çünkü okurken Kirke’nin geçirdiği binlerce yılın ağırlığını üzerinizde hissediyorsunuz ve işin kötüsü daha sayılamayacak kadar çok binlerce yıl var. Bana kalırsa, zamanlı olduğu sürece ölüm de bir lütuf biz insanlar için. Her ne kadar böyle düşününce içimizden tövbeler çeksek de Kirke’nin hikayesini okuduğunuzda bu cümlenin çok daha anlamlı geleceğine eminim. ‘Bir zamanlar tanrıların ölümün zıttı olduğunu düşünmüştüm ama artık her şeyden daha ölü olduklarını görüyorum çünkü hiç değişmiyorlar ve hiçbir şeyi ellerinde tutamıyorlar.’


Yorumlar

Yorum Yap

500