1950 yılında Ankara'da doğan inşaat mühendisi Ahmet Gürel, Türkiye'nin en zengin Atatürk arşivlerinden birine sahiptir. Gürel 1997'den günümüze 15 ayrı konu başlıklı 300'e yakın Atatürk fotoğrafları sergisi açmıştır.Gürel'in üçü Atatürk albümü olmak üzere; 14 kitabı, 6'sı Kıbrıs temalı 15 belgeseli vardır. Gürel 2012 - 2017 arasında İTK Uşakizade Köşkü Müdürlüğü'nü yapmıştır.
İzmir’i Kimler Yaktı?
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e giren Yunanlar, Anadolu’da yayılmacı emel ve politikaları doğrultusunda ilerlerken ardında birçok onarılmaz acılar bırakmıştır. İzmir’in neredeyse tamamını yakan İzmir yangını ile ilgili çeşitli iddialar bulunulmaktadır. Bunların ilki Türklerin, ikincisi ise Yunanların İzmir’i yaktığıdır. Bu konuyu irdelemeye başlarken, iki tarafın da komutanlarının konuşmalarına bakalım.
Yunan General Anastasios Papoulas, İzmir’in Aya Fotini Kilisesi'nde yaptığı konuşmasında;
“Anadolu’yu bırakmak zorunda kalırsak, her tarafı yakıp, geride enkaz ve kül yığını bırakacağız” demiştir.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın ise, 9 Eylül 1922 günü Belkahve’den İzmir’e bakarken, “Eğer, bu güzel şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm” dediğini biliyoruz.
13 Eylül 1922 Çarşamba günü, Ermeni çetecileri tarafından, Ermeni mahallesindeki kiliselerin dinamitlenmesiyle başlatılan bu yangının asıl hedefi, Konak-Tepecik arasında bulunan ve tepesi Kadifekale’ye kadar uzanan Osmanlı mahallesini yakmaktı. İmbat rüzgârının yardımıyla yangının Kadifekale istikametinde yayılması beklenirken, ters yönden esmeye başlayan ve üç gün boyunca dinmeyen karayelin etkisiyle, yangın Osmanlı mahallesi yerine Batı’ya doğru yayılmıştır.
Ermenilerce; “Bana yar olmayan İzmir’i kimseye yar etmem.” düşüncesiyle çıkarılan bu yangın, Rumların, Ermenilerin ve Levantenlerin yaşadığı Frenk mahallesinin neredeyse tamamını yakmıştır. Yaklaşık 2.600 dönümlük bir alana yayılan bu yangınla 25 bin ev, iş yeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta tamamen yok olmuştur. Yaklaşık üçte ikisi yanan İzmir’in bu yangınla sadece coğrafi kimliği değil, ticari ve sosyal hayatı da değişmiştir. 19. yüzyılın Paris’i olarak nitelendirilen İzmir, yangınla birlikte güzelliğini ve ticari hayatını da tamamen kaybetmiştir. Yüzlerce yıldır kapitülasyon ayrıcalığıyla İzmir’in ticaretini yönlendiren Levantenler evsiz ve barksız kalmış, birçoğu da sessizce İzmir’den göç etmek zorunda kalmıştır.
>
İzmir yangınını yaşayan ve söndürülmesinde görev alan, o dönemin İzmir Sigorta Şirketi’nin İtfaiye Müdürü Paul Greskoviç’e ait rapor, bu konuda bakılabilecek en önemli kanıtlardan biridir. Büyük Taarruz başladığı anda, Yunan subay ve askerlerinin ağızlarından; “İzmir'i Türklere bırakmaya mecbur kalırsak yakacağız” şeklinde sözler duyduğunu ifade eden Greskoviç, raporunun devamında şunları anlatmıştır:
“11/12 Eylül gece yarısından bir saat sonra Ermeni Mahallesi’nde yangın çıktığını haber verdiler. İtfaiye erleriyle yangın yerine hareket edip, Rum Hastanesi’ni geçerken 120–150 kadar çoluk çocuk ve kadın acı acı bağırıyorlardı. ‘Niçin bağırıyorsunuz?’ diye sordum; ‘Ermeniler bizi yaktılar, Seyis Hanı içerisinde oturuyoruz’ dediler. Bunlar Rumlardı. Bu insanların; Ermeni evlerine bitişik oturduklarını ve Ermenilerin duvardan bir delik açtıklarını ve delikten çokça gaz dökerek evi ateşlediklerini söylediler. Bunları sabaha kadar çıkmaz sokak içinde muhafaza ettim. Ve sabahleyin devriyeye teslim ettim. Kilisenin binalarında ateş yoktu. Yalnız küçük bir bina civarında, bahçede 200 kadar üzerine yağ dökülmüş eşya balyası ile paçavralar bir yere toplanmış, üzerine de 200 kadar tüfek ve çokça da cephane konmuştu. Ateş de bunların arasından çıkıyordu. Aynı zamanda ateş içerisinde devamlı patlamalar oluyordu.”
Greskoviç, raporunun devamında İzmir yangınını şöyle anlatır:
“Biz yangını söndürmeye çalışırken, Ermeniler ateş ediyor ve atılan mermiler yangın tulumbalarına isabet ederek zarar veriyordu.”
30 Eylül 1922 tarihli Fransız ‘Illustration’ gazetesinde, İzmir yangınına ait en erken gazete haberine rastlanmıştır. 14 Eylül 1922 tarihli, G. Ercole adındaki muhabirin haberinde şunlar yazılmıştır:
“Öğleden sonra saat ikiye doğru Ermeni Mahallesi üzerinden bir duman bulutu yükseliyordu. Bununla birlikte, bu yangın genişlemiyor ve sönme eğilimi gözüküyor. Buna rağmen kaçmak isteyen, paniğe kapılmış insanlar rıhtımda toplanıyor. Silah sesleri geliyor, el bombaları patlıyor. Türk işgali altında yaşamaktansa ölmeye karar vermiş olan Ermeniler, evlerinde yangın çıkardılar ve Türk askerleriyle savaşmaya başladılar. Cephanelik korkunç bir gürültüyle infilak ediyor. Saat akşamın dokuzu; biz farkına varmadan gündüzden geceye geçtik. Gökyüzü geniş bir ateş bulutuna dönmüştü.”
“13 Eylül 1922 tarihinde İzmir’i kül eden, Büyük İzmir Yangınının planlayıcısı da Kars’ı, Haçin ve Sis’i yakan Torkom ve ekibiydi. Aram Çavuş, Aşot, Kirkor gibi, kendisine kâh çavuş, kâh miralay, kâh vali, kâh papaz, kâh öğretmen unvanlarıyla ortaya çıkan sahte kimlikli katillerin son marifetleriydi.” denilmektedir.
Batı Anadolu’yu, Kula ve Akhisar dışında neredeyse tamamen yakan Yunanlılar, İzmir’i yakma görevini Ermeni çetesine bırakmıştı. İzmir’in üçte ikisini yakanları, zamanı gelir, uluslar arası bir mahkemede yargılarız. Senelerce, İzmir’i yakanlar, İzmir’i Türkler yaktı diye yalan söylediler.
Muzaffer Komutan’ın İzmir’e girerken tuttuğu notu okuyarak, makalemi sonlandırayım:
“15 Mayıs 1919, İzmir’in işgali… Ben aynı gün İstanbul’u terk ettim. O kara günde Karadeniz’deydim. 3 sene ve 4 ay sonra da bugün Akdeniz’deyim.”
Bu komutan, bu özlemle, İzmir’in yakılmasına nasıl talimat verir?
Ahmet Gürel
01.09.2017