1950 yılında Ankara'da doğan inşaat mühendisi Ahmet Gürel, Türkiye'nin en zengin Atatürk arşivlerinden birine sahiptir. Gürel 1997'den günümüze 15 ayrı konu başlıklı 300'e yakın Atatürk fotoğrafları sergisi açmıştır.Gürel'in üçü Atatürk albümü olmak üzere; 14 kitabı, 6'sı Kıbrıs temalı 15 belgeseli vardır. Gürel 2012 - 2017 arasında İTK Uşakizade Köşkü Müdürlüğü'nü yapmıştır.
Fransa, her zaman ezilmiş milletlerin koruyucusu ve kurtarıcısı gibi bir rolü kendine biçmiştir. Türkiye’de bu rol için, suni olarak kendileri tarafından yaratılmış olan Ermeni sorununu seçmişlerdir
Fransa, uzun zaman bu rolünü fiili olarak kendi emperyalist politikasını uygun olarak sürdürse de, günümüzde bu konudaki uğraşlarını protesto etmekten daha ileri gidememiştir.
1800’lerden bugüne Fransızlar, Ermenileri yönlendirerek ve onları ‘Küçük Fransa’ olarak kışkırtarak kullanmıştır. Peki, Fransızların geleneksel Ermeni politikasında, 1919 tarihinden sonra, ne gibi değişiklikler oldu? Bu dönemi Amerikalı tarihçi Paul C. Helmreich’in ‘Sevr Entrikaları’ adlı kitabından izleyelim:
“Fransızların Mondros Antlaşması sonrası yaptığı tek uğraşı, Suriye ve kimi Arap topraklarını elde etmek olduğudur. Antlaşmanın ardından, Ermenilerden oluşan Fransız birliğinin, Mersin’e çıkartılması tümüyle bu amacın bir parçasıdır. Büyük güçler, Ermeni sorunuyla ilgili belirli bir sorumluluk alma konusunda son derece isteksizlerdi. Bir Ermeni Devleti’nin kurulması konusunda genel anlamda aynı görüşte olunmasına karşın, İngiliz, Fransız ya da İtalyanların hiçbiri Ermeni devletinin gerçekten kurulmasında ve desteklenmesinde doğrudan yer almak arzusunda değillerdi. Bu durumda, sınırları ne olursa olsun, kurulacak bir Ermeni Devleti’nin siyasi gözetim ile askeri ve ekonomik yardıma gereksinim duyacağı açıktır.”
4 Temmuz 1920 tarihli, Sir F. De Robeck’in Lord Curzon’a yazdığı yazıdan, Fransızların o dönemde Ermenilere silah yardımını yaptığını görebiliriz:
“Ermenilere silah temini için Mr. Khatisian İstanbul’dan Paris’e gitti. Majestelerinin Hükümetleri’ne Ermeniler adına şükran ve teşekkürlerini bildirdi. 25 bin tüfek aldıklarını ve ayrıca Ermeni ordusunda 30 bin Rus yapısı tüfeğin ve bir milyonu aşkın merminin bulunduğunu, Yunan ilerlemesi başlayınca Ermenilerin hemen hücum edeceklerini bildirdi.”
İngilizler, 1919 yılında Kafkasya’yı boşaltırken, Fransız Başbakanı Clemenceau; ‘Ermenistan bölgesine 10- 12 bin asker göndermeyi’ öneriyordu. Fransızlar birliklerini öyle bir rotayla göndermeye başladılar ki, bununla Fransa’nın asıl hedefinin; Kilikya ve Güney Ermenistan’ı işgal etmek olduğu anlaşılıyordu. Fransa, bir ay sonra yaptığı ‘Suriye Antlaşması’nın parçası olarak, Suriye topraklarını işgal ederek asıl amacına ulaşmış, Ermenistan’a asker göndermekten vazgeçmiştir.
Fransız Başbakanı Clemenceau’un aşağıdaki demeci, yukarıda açıklanan Fransızların doğu politikasının ne olduğunu tam olarak anlatmaktadır:
“Ben, Kilikya’yı, Suriye’yi, Şam’ı, Halep’i, Beyrut’u ve Musul’dan elde edilecek petrolün akacağı İskenderun Limanı’nı alabilmek için, Musul’u İngilizlere bir yem olarak verdim.”
Ermenilerin baş kışkırtıcısı olan Fransa’nın basını Ermeni konusundaki son gelişmeler için bakalım ne yazıyordu? 1 Aralık 1920 tarihli, ‘Lé Temps’ gazetesinde:
“Sevr Antlaşması’nı hazırlayanlar neye benziyor biliyor musunuz? Tavşanını unutmuş olan ve şapkasından hiçbir şey çıkaramayan sihirbaza” diye yazıyordu.
10 Kasım 1920 tarihli aynı gazetede şunlara yer verilmektedir:
“Şimdi, Batılı büyük devletlerin yaptıkları hataları kabul etmemeleri nedeniyle, özgürlükleri tanınan Kafkasya’nın küçük halkları bu hataları ödüyorlar.”
12- 13 Kasım 1920 tarihli aynı gazetede ise:
“İtilaf Devletleri’nin elinde şimdi hayali bir antlaşma vardır. İtilaf Devletleri bu işin çözümü için Doğuda kendilerine ortak ettikleri küçük milletler, Ermenilerin şahsında bunun cezasını ödüyorlar” denilmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri, İngilizlerin Sevr’i isteyen ve imzalayan kendileri değillermiş gibi davranmalarından çok rahatsız olmuşlardır. Bu konudaki ABD tepkisi, Ortadoğu’yu gezen Amerikan Soruşturma Komisyonu ve Amerikan-Asya Birliği aracılığıyla şöyle gösterilmiştir:
“Amerika’nın kaçındığı, geri kalmış halklara karşı sorumluluk almaktan değildir. Tedavi edilemez emperyalizmin akıl almaz karmakarışık oyunlarına gelmekten kaçınıyoruz. Ermenilerin yardım çağrıları, Büyük Britanya’nın emelleri için Ortadoğu’nun doğal sınırları Kafkas dağlarını elde tutmak şeklinde düzenlettirilmiştir. İngilizler hiçbir çıkarları olmasaydı, oralarda bulunmazlardı.”
ABD’nin İngilizler’den duyduğu rahatsızlığı, emperyalist oyun olarak nitelendirmesi çok ilginçtir. Günümüzde ise, emperyalizmin baş temsilcisi ABD’dir, çünkü bu konuda lider ülke olan İngilizler’den çok şeyler öğrenmiştir.
O günlerde, Amerikalılar’ı rahatsız eden bir başka konu ise; İngiltere’nin bir yandan Bolşeviklerle savaştığını ileri sürmesi ve diğer yandan da Lenin’in temsilcisi Krassin ile mali konularda bir anlaşma yapmasıdır.
Amerika’nın bu endişesi acaba ülkesinin Anadolu’ya uzak olmasından mı kaynaklanmaktaydı? Misyonerlerini ilk defa Anadolu’ya gönderenler ABD değil midir? Ermenilere para yardımı yaparak, Rusya’dan silah alımına destek veren ülke yine ABD değil midir?
8 Haziran 1915 tarihinde, Amerika’da yayınlanan Ermeni ‘Arzk’ gazetesine ABD Başkanı Roosevelt’in yaptığı açıklama şöyleydi:
“...Ben, bağımsız bir Ermenistan görmek isteğindeyim. Amerika’daki vatandaşlarınıza söyleyin, Ermeniler hürriyeti başkalarından beklemesinler. Hürriyetlerini kendi kendilerine elde edeceklerdir. Ermenilerin silah kullanma eğitimiyle uğraşmalarını öneriniz.”
Başkan Wilson’un danışmanları olan Robert Lansing, Henry Morgenthau ve Alb. House’un Ermenilerin geleceği konusunda hazırladıkları raporun özü şöyledir:
“Eğer ABD, Ermeni manda yönetimi kurarsa, 2000 yıllık Doğu’nun mücevheri olan İstanbul’da bencil Avrupa’nın oyunları sona erdirecektir. İslam’ın başkenti İstanbul’u yalnızca ABD’nin uygarlaştıracaktır. Eğer George Washington yaşıyor olsaydı, hiç duraksamadan insanlığa hizmet için, bu adımı atar ve bu sorunu çözerdi.”
ABD, bugün, Afganistan’da ve Irak’ta aynı ‘insanlığa hizmet ve uygarlaştırma’ çalışmalarını yukarıdaki rapora benzer olarak yapmaktadır.
1945 yılında, Hanry Truman, ABD başkanı seçilmeden önce, yaptığı propaganda konuşmasında geleneksel düşmanı Türkler için şunları söylemiştir:
“Yeryüzünden silmek istediğim iki millet vardır. Bunlar İspanyollar ve Türklerdir.”
1919–1922 yılları arasında emperyalist ülkeler karşısında Anadolu’da verilen bağımsızlık mücadelesi, tüm ezilmiş ve esir ülkelere örnek olurken, emperyalist ülkeleri kızdırmıştı. XIX. yüzyılın başından bugüne, ABD, Türkiye’ye bakış açısında ve Ermeni konusunda hiç değişmemiştir.
200 Ermeni din adamı ABD Başkanı Wilson’u ziyaret etmiştir. 25 Mart 1920 tarihli ‘The New York Times’ gazetesinin manşetindeki bu toplantının haberi şöyleydi:
“Adalet uygarlık adına, Avrupa’nın bir parçasını denetleyen herhangi bir hükümetin, Türk Sultanı’nı bu kıtadan atması ve Hıristiyan halkı Türklerin yönetiminden kurtarması...”
1 Nisan 1920 günlü ‘Near East’ dergisinin haberi de şöyleydi:
“Anadolu’da bir katliam varsa bunun nedeni; Amerika’nın yakın ve Ortadoğu barışında hissesine düşeni üstlenmemesindendir.”
23 Aralık 1920 tarihli aynı derginin ‘İstanbul Mektubu’nda ise şunlar yazılıdır:
“Ermenistan, Türkiye ile Bolşevikler arasında paylaşıldı. Bu durumda, Bay Wilson’un, Ermenistan sınırlarını saptayacağını söylemesi, dertli yaralıya hakaret etmekten başka bir şey değildir.”
11 Mayıs 1920 tarihli ‘The New York Times’ gazetesi şunları anımsatıyordu:
“Ocak ayında, İngilizler Kafkasya’ya ordu göndereceklerdi. Sonra Lloyd George birden vazgeçti. Bolşeviklerle ticaret yaparak, anlaşmayı tercih etti. Denikin’e vermek istemediğini, şimdi Troçki’ye veriyor. Ermeniler için, elde edebilecekleri sağlamaya çalışmaktan başka yapacak bir şey kalmadı. Ve bu arada, büyük devletler, bol suyla abdest alarak, temizlenecek ve birbirlerini ellerinin temiz olduğuna ikna edeceklerdir.”
13 Kasım 1920 tarihli aynı yayın organı şöyle yazıyordu:
“Ermenistan’a dost görünen büyük Hıristiyan devletlerinden hiçbiri, herhangi bir şey yapmadıkları gibi, Ermenileri de umursamıyorlardı.”
1920–1922 yılları arasındaki Amerikan gazetelerinde yer alan Ermeni mektuplarında işlenen ortak tema, ırkdaşlarını ve dindaşlarını ileriye sürüp sonra da terk eden Avrupalılar için ‘eli kanlı umursamazlar’ tanımını yapmak olmuştur.
21 Kasım 1920 tarihli ‘The New York Times’, ABD Hükümetinin geç kalışıyla şöyle alay ediyordu:
“Başkan Wilson, en sonunda, İtilaf Devletleri’nin saptamış olduğu, Ermenistan sınırlarını ilana hazırdır. Ama bu arada da, Ermenistan var olmaktan çıktı.”
Cumhuriyetçi Parti, Başkan Wilson’un Ermeni konusundaki çabalarını yetersiz buluyordu. Cumhuriyetçi Parti’nin Ermeni konusundaki görüşlerini, 26 Haziran 1920 tarihli ‘Lé Temps’ gazetesi şöyle yazıyordu:
“Ermeni halkı ile kalbimizin içinden sempatileşiyoruz ve gücümüz yettiğince kendilerine yardıma hazırız.” Ancak, bu sözlerin arkasında küçücük bir ek vardı:
“Ama himayemize almaya, manda yönetimi kurmaya karşıyız.”
ABD’nin iktidar ve muhalefetin dış politikada ortak bir devlet politikası uyguladığını biliyoruz. Bunu da ‘Mandaterlik’ konusunda bir kez daha gözlemiş oluyoruz.
Bazı Batılı gazeteciler ve Rus subayları, Ermenilerin yaptıkları Türk katliamı ve vahşetini tarafsız bir gözle yazmışlardır. Bu konuda örneklerden biri de, ‘NewYork Herald’ gazetesinin Anadolu’ya gönderdiği özel muhabir George H. Hepwort’tur. Hepwort, bölgede yaptığı inceleme gezisi sonunda, 40 sayfalık rapor hazırlamıştır. Raporda şu ifadelere yer vermiştir:
“Amerikan kamuoyunun genel görüşü ki, daha önceleri bu görüşü ben de paylaşıyordum; Türklerin, sebepsiz ve kışkırtma söz konusu değilken hareket ettikleri şeklindedir. Şimdi inanıyorum ki, Türkler Ermenilerin yaptıkları şekilde davransalardı, yeryüzünde bir tek Ermeni bırakmazlardı…”
2009 yılında Şenocak Yayınlarından çıkan Türk Ermeni İlişkisi - Yabancı Belgeler Işığında - Dünü Bugünü adlı kitabımın 285-292 sayfaları arasını yukarıda okudunuz. 2005 yılı Lozan, 2006 Berlin Talatpaşa Harekatında ADD temsilcisi olarak konuşmacıydım. O gün devletimiz yanımızda olsaydı, bugün Fransız parlamentosu “Ermeni Soykırımı Yoktur” diyenleri cezalandırmaya kalmazdı. Saygılarımla...
Ahmet Gürel