1950 yılında Ankara'da doğan inşaat mühendisi Ahmet Gürel, Türkiye'nin en zengin Atatürk arşivlerinden birine sahiptir. Gürel 1997'den günümüze 15 ayrı konu başlıklı 300'e yakın Atatürk fotoğrafları sergisi açmıştır.Gürel'in üçü Atatürk albümü olmak üzere; 14 kitabı, 6'sı Kıbrıs temalı 15 belgeseli vardır. Gürel 2012 - 2017 arasında İTK Uşakizade Köşkü Müdürlüğü'nü yapmıştır.
Atatürk ve Çağdaş Türk Kadını
“Cumhuriyet” kazanımları
nın en önemlisi, adım adım verilen, ama hala günümüzde gerçek yerini bulmayan kadın haklarıdır. Türk kadınının milletvekili seçilme hakkı, yıllardır verilen mücadelenin, 5 Aralık 1934 günü Atatürk ve arkadaşlarının oylarıyla yapılan tescilidir. Türk kadınının, Kuvayımilliye’den aldığı güçle kazandığı ve demokrasi tarihimizin önemli kilit taşı olarak yazdırdığı bu hakkı, günümüzün kadınlarının belleğinde tekrar canlandırmamız gerekmektedir. O’nu layık olduğu yere getiren yani ‘Cumhuriyetin Kadını’ yapan Atatürk’ün, Türk kadını konusunda düşüncelerini ve eylemlerini tarih sırasına göre izleyelim.
1907 yılında, Selanik’te Mustafa Kemal, Bulgar Türkoloğu İvan Manolof’a kafasında tasarladığı Türkiye’yi şöyle anlatmıştır:
“Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün bu devrimleri başaracağım… Saltanat, yıkılmalıdır. Devlet yapısı, uygun bir unsura dayanmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, doğu medeniyetinden benliğimizi sıyırarak batı medeniyetine aktarılmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki farkları silerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Batı medeniyetine girebilmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizde batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır.”
Türk askeri, yedi düvelle yıllarca cephede savaşırken, acaba Türk kadını oturup evinde yas mı tuttu ya da erinin yolunu mu bekledi? Türk kadını, kimsenin bir zorlaması olmadan en yakın cepheye koşar, cepheye silah üretir, kağnı kollarında mermi taşır, cephedeki askerlere giysi diker, gönüllü hemşirelik yapar ve erkeklerle birlikte omuz omuza savaşır. Bu aziz Türk kadınlarının bazılarını birlikte anımsayalım:
Aziziye Tabyası’nı Ruslardan kurtaran Erzurumlu Nene Hatun, kurduğu çetesiyle İnönü, Sakarya ve Büyük taarruzda görev yapan Kara Fatma, Kastamonulu Halime Çavuş, Kastamonulu Şerife Bacı, Adanalı Nezahat Onbaşı, Tayyibe Hatun, Gördesli Makbule, Nazife Kadın, Bilecikli Ayşe Çavuş, İzmirli Ayşe Hanım, İstanbullu Asker Saime Hanım, Tarsuslu Adile Onbaşı, Yirik Fatma, Yemine Vardarlı, Bodrumlu Ümmüşen Hanım… Ve isimlerini bilemediğimiz binlerce Türk kadınını rahmet ve minnetle anıyorum.
Anadolu kadını, ölüm kalım mücadelesi verirken, kafes arkasında oturan şehirli ve İstanbullu kadınlar ne yapıyordu? İzmir’in işgalini protesto etmek için yapılan mitinglerde, İstanbul’da yaşayan Türk kadınını kürsüde konuşma yaparken görüyoruz. Bu kadınlardan Halide Edib’i, Meliha Hanım’ı, Naciye Faham Hanım’ı, Zeliha Hanım’ı, Sabahat Hüsamettin Hanım’ı, Münevver Saime Hanım’ı, Nakiye Hanım’ı ve Zekiye Hanım’ı şükranla anmalıyız.
2 Şubat 1923 günü, İzmir’de gerçekleşen bir toplantıda; Gazi, İzmirli kadınlara şöyle seslenmiştir:
“Yaşamak demek; faaliyet demektir. Bundan dolayı bir toplumun bir organı harekette bulunurken diğer organı duruyorsa o toplum felç olmuştur. Bir toplumun hayatta çalışması ve başarılı olması için çalışmanın ve başarılı olabilmenin bağlı olduğu bütün nedenleri ve şartları kabul etmesi gerekir.
…Kadının en büyük görevi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu görevin önemi hakkıyla anlaşılır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir. Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız da bilgi ve ilme açık olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”
21 Mart 1923 tarihinde Gazi, Konya Kızılay Kadınlar Şubesi’nin tertip ettiği çay ziyafetinde şöyle hitap etmiştir:
“…Bunlar içinde en fazla yüceltilmesi, anılması ve daima teşekkür ile tekrar edilmesi gereken bir emek vardır ki, o da Anadolu kadınının göstermiş olduğu çok yüce, çok yüksek, çok kıymetli fedakarlıktır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışması söylememize imkan yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım ve Anadolu kadını kadar gayret gösterdim’ diyemez.”
Kadınlarımız, Avrupalı hem cinsleri gibi yaşamak için çok gayret göstermiş ve elinden geldiği kadar mücadele vermiştir. 1913 yılında, Mükerrer Belkıs Hanım’ın kadın hakları konusundaki feryadını dinleyelim:
“Peçe bizi daha çok bozmadan, biz onu bozalım, yırtalım, çiğneyelim. Menfaatlerimizi kıran, duygularımıza aykırı, bizde masumiyet bırakmayan ve hiçbir yararı olmayan o peçeyi, yüzümüze örttüğümüz o siyah örtüyü kaldıralım. Artık bu gerçeği anlamak zamanı gelmiştir. Cansız, kansız olmayalım... Onu yırtacak kadar, ellerimizde güç yok mu yoksa? Yazık! Yazık!”
Mustafa Kemal’in tedavi olduğu Karlsbad’a, İstanbul’dan kadınlı-erkekli kalabalık bir grup gelir. Bu grubun içinde Hüseyin Cahit Yalçın ve Cemal Paşa’nın eşi de vardır. Mustafa Kemal’in, onlarla yaptığı Türk kadını konulu sohbet, Mustafa Kemal’in 6 Haziran 1918 tarihli hatıra defterine şöyle yansımıştır:
“Yok, önce peçeyi kaldırmalı, sonra çarşafın eteğini biraz kısaltmalı imişiz. Oysa toplulukta bulunan kadınlarımız Avrupalı kılığındaydılar. Ben insan değil miyim? Hür yaşamak, medeni insanlar gibi yaşamak hakkım değil mi? Bir sürü geri kafanın keyfini bekleyecek miyim? Hayır. Ben iktidara geldiğim gün bu işi bir anda düzelteceğim.’
Vatan kurtulmuş, sıra devrimlere gelmişti. Gazi, 28 Ağustos 1925 tarihinde İnebolu’ya ‘Şapka Devrimi’nin anlatmaya gitmişti. “Yolculuğum sırasında köylerde değil, özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kalın ve özenle kapatmakta olduklarını gördüm” diyen Gazi, sözlerine şöyle devam etmiştir:
“Gezilerim sırasında köylerde değil özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok sıkı ve özenle kapatmakta olduklarını gördüm. Özellikle bu sıcak mevsimde bu durumun kendileri için mutlaka işkence ve ıstırap nedeni olduğunu tahmin ediyorum. …Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler. Ve gözleriyle dünyayı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.”
5 Aralık 1934 günü, Türk kadınının milletvekili seçilmesiyle ilgili tasarının meclise sunuş konuşmasında Başbakan İsmet İnönü şunları söylemiştir:
“…Kadına siyasal haklarının tümünü tanımakla ona, eski yetkilerini vermekten başka bir şey yapmadık. Türk kadınına bu hakkı bir lütuf olarak veriyoruz kanaatinde asla değiliz ve kimse, bu kanaatte olamaz. Bizim kanaatimiz, bizim ananemiz, Türk kadını için böyle vazifelere girmek, esasen hakkı olduğu halde, yanlış olarak, zulüm olarak, çoktan beri geri bırakıldığı merkezindedir.”
Aynı oturumda, Atatürk, kadınların genel seçimlere katılma hakkının önemini kürsüden şöyle vurgulamıştır:
“Bu karar Türk kadınına, toplumsal ve siyasal yaşamda, başka ulusların kadınlarının sahip olduğundan daha yüksek bir yer kazandırmıştır. Çarşaflı ve kapalı Türk kadınını, gelecekte tarih kitaplarında aramak gerekecektir. Türk kadını büyük bir yeterlikle aile içindeki yerini doldurmuştur; mesleksel yaşamda ise; tüm alanlarda büyük başarılar kazanmıştır. Belediye seçimlerine katılarak siyasal yaşamda kendini deneyen Türk kadını, şimdi genel seçimlere katılırken hakların en önemlisini kullanmaktadır. Pek çok uygar ülkede kadınlara tanınmayan bu hak, bugün Türk kadınının elinde bulunmaktadır. O bu hakkı, yetkinlikle ve gerektiği gibi kullanacaktır.”
1935 yılında yapılan ilk genel seçimde de 18 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmiştir. (https://mail.google.com/mail/?ui=2&view=bsp&ver=ohhl4rw8mbn4 - 12bae926c7a16309__ftn4) Atatürk’ün istemiyle, yörelerinin öncü kadınları olarak seçilen Cumhuriyet’in ilk kadın milletvekilleri şunlardır:
Mebrure Gönenç (Afyon), Satı Çırpan (Ankara), Şükran Örsbaştuğ (Antalya), Sabiha Gökçül (Balıkesir), Şekihe İnsel (Bursa), Hatice Özgünar (Çankırı), Huriye Önüz (Diyarbakır), Fatma Memuk (Edirne), Nahiye Ergücü (Erzurum), Fakihe Öymen (İstanbul), Benel Nevzat Arıman (İzmir), Ferruh Gürgüp (Kayseri), Behire Morova (Konya), Mehri Pektaş (Malatya), Meliha Ulaş (Samsun), Esma Nayman (Seyhan), Sabiha Görkay (Sivas), Semiha Hızal (Trabzon).
Cumhuriyetin 11. yılında Türk kadınının elde ettiği milletvekili seçilme hakkına; Fransız kadını 1944’te, İtalya 1945’te, Yunanistan’da 1952’de, Belçika’da 1960’ta ve İsviçre’de 1971’de kavuşmuştur. Avrupa’nın birçok ülkesinden önce milletvekili seçilebilme hakkını elde eden kadınımız için; “Türk kadını hukuksal bakımdan İsviçreli kadınlardan üstündür. Çünkü İsviçre’de kadınlar seçim hakkını daha yeni elde ettiler” diye düşünenlerimiz çıkabilir. Bunun ne kadar aldatıcı olduğunu hepimiz bilmekteyiz. 76 yıl önce seçme ve seçilme hakkına kavuşan Türk kadınının, günümüz meclisinde temsil hakkının % 8,7’ye ulaşması, Türk siyasi hayatında yer almak açısından kadınlarımızın ne kadar gerilerde kaldığının bir göstergesidir.
Günümüz Türk kadınının asli görevi, Atatürk’ün de bize vasiyeti olan ve atalarının yüz yıllarca emek vererek kazandığı ‘Kadın Hakları’na sahip çıkmaktır. ‘Çağdaş Türk Kadını’, dünyada hak ettiği yeri alırken, onunla tüm Türk milleti gurur duyacaktır. ‘Çağdaş eş, Çağdaş ana’ Atatürk’ün vasiyeti bu değil miydi bizlere?
Ahmet Gürel