9 Eylül 1922 Günü, Muzaffer Türk Ordusu İzmir’de

01 September 2020
Ahmet GÜREL

1950 yılında Ankara'da doğan inşaat mühendisi Ahmet Gürel, Türkiye'nin en zengin Atatürk arşivlerinden birine sahiptir. Gürel 1997'den günümüze 15 ayrı konu başlıklı 300'e yakın Atatürk fotoğrafları sergisi açmıştır.Gürel'in üçü Atatürk albümü olmak üzere; 14 kitabı, 6'sı Kıbrıs temalı 15 belgeseli vardır. Gürel 2012 - 2017 arasında İTK Uşakizade Köşkü Müdürlüğü'nü yapmıştır.

9 Eylül 1922 Günü, Muzaffer Türk Ordusu İzmir’de

  • 01 September 2020
  • 960 Görüntülenme
  • YORUM

İzmir’in kurtuluşu olan 9 Eylül 1922 gününü, gazeteci Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’den dinleyelim:

 

Nif’e (Kemalpaşa) akşamüzeri vardık. Gazi, buradan İzmir’in kaç kilometre mesafede olduğunu sordu. Nifliler İzmir'den 25-30 kilometre uzakta olduğumuzu söylediler. Başkumandan civarda bir tepeden İzmir’i seyretmenin imkânı olup olmadığını sordu. Belkahve denilen yerden İzmir'in göründüğünü anlattılar.

Bunun üzerine Gazi otomobiline binerek, Belkahve’ye hareket emrini verdi. Oraya geldik, İzmir’in, üzerinde yabancı devletlerin gemilerinin durduğu körfezini görür görmez, birden:

Deniz!’ diye bağırmışız. Hakikaten, oradan İzmir’in Körfezi, Kadifekale ve diğer bazı yerler gayet iyi görülüyordu. Güneş bir kez daha batıyordu ve gurup oluşmuştu ki, Türkiye’miz üzerinde sonsuza kadar kalacak olan bir manzarayı seyretmek mutluluğunu tattık. Kadifekale’ye Türk bayrağı çekiliyordu. Güneş yavaş yavaş alçalmış, İzmir Körfezi’nin yeşil sularında erimişti. Hiç birimiz Belkahve’den ayrılamıyorduk.”

Gazi, Kordon’da arabasıyla ilerlerken; “Bir rüya görmüş gibiyim” diye mırıldanmış ve İzmirliler tarafından büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılanmıştır. Hükümet Konağı ile Konak Vapur İskelesi arasında büyük bir kalabalık oluşmuş, meydan hıncahınç dolmuştu. Alkışlar ve “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” sesleri göklere yükseliyordu. Gazi, bir ara Hükümet Konağı’nın balkonundan kendisini çılgınca sevgi gösterisinde bulunan İzmirlileri selamlarken, onlara şöyle seslenmiştir; “Başarı benim değil, sizin milletindir.”

Ruşen Eşref Bey, İzmir Valiliği önünde yaşananları şöyle anlatmıştır:

 

 

Güneş ışığı altındaki pırıl pırıl Akdeniz gibi karşında sevinçten kamaşmış halkın uğuldattığı o meydanın bir kenarından konağın kapısına doğru bir büyük çiçek ve kurdaliye demetinin ilerlediği görüldü. Ben söylersem, sana gerçekten bir büyük buket sunulacak sanılır. Hayır! Bir gelin evine gönderilen muazzam çiçek sepeti taşır görünüşte bir at arabası demeliyim. Yok, yok! Ne oydu, ne buydu! Bir açık otomobildi o… Bir yürüyen gül bahçesiydi o. Ve içinde, bir tören için süslenmiş bir mektepli kız gibi, başı, sırtı al beyaz kurdelelerle bezenmiş bembeyaz bir kuzu…

İçindeki o şirin kuzu da, senin yoluna kanı biraz sonra dökülmekle sana esenlik sağlayacağına inan bağlanmış bembeyaz bulunmaz çiçeğiydi.

Gül bahçesi gibi arabayı beğenerek seyrettin. İzmirlilerin inceliğinden duygulandın. Fakat çiçeklerin arasında kuzuyu fark edince dönüp bana buyurdun ki:

Aman çabuk gidin söyleyin, şu kuzuyu kesmesinler.

Aşağıya hızla koştum. Fakat kapının önüne varınca gördüm ki beyaz mermere al kanlar yayılmış.

Vaktinde yetişemediğimizi arz etmek için başımı ve ellerimi yukarı sana doğru baktım. Gördüm ki balkondan çekilmişsin.”

O gün İzmir Valiliği’nin önünde atının kuyruğuna bağladığı Yunan bayrağını yerlerde sürükleyen Süvari Çolak İbrahim’i gören Gazi, emir çavuşu Ali Metin’le, ona şu haberi yollamıştır:

Bayrağı yerde sürümesinler. Bu bizim adaletimize yakışmaz.” Bunun üzerine Yunan bayrağı atın kuyruğundan çözülmüştür.

 

 

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Karşıyaka’da

 

O gece, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Karşıyaka’daki İplikçizade Köşkü’nde kalması planlanmış ve ona göre hazırlıklar yapılmıştır. Bu yapılan seçimde Yunan Kralı Konstantin’in 12 Haziran 1921 tarihinde bu köşkte kalmış olmasından kaynaklanan duygusal bir eğilim de rol oynamıştır. Gazi, İzmirlilerin kendisine hediye ettiği otomobille İzmir Hükümet Konağı’ndan ayrılmış ve Karşıyaka’ya doğru yola çıkmıştır. Ruşen Eşref Bey, İplikçizade Köşkü’ne gelirken yolda yaşananları ve köşkün önünde gördüklerini şöyle anlatmıştır:

Sen nice yakılmış, yıkılmış kasabalarımız içinden yüreğin dağlanarak geçmiş adam, o gün, İzmir’i hiçbir yakıntıya, yıkıntıya uğramamış olarak kurtardığından dolayı sevinç duyuyorum. Arabadan elinle İzmir’i göstererek:

Bu şehre bir zarar gelseydi yazık olurdu. Çok acırdım doğrusu’ diyordun.

Fethi Bey’in şehit düştüğü yeri gösteriyorlardı. Başını çevirip o yere uzun uzun bakıyordun.

Kahraman adam’ diyordun.

Karşıyaka’dan içeri giriyordun. Öyle bir karşılanıyordun ki! O sokaklar insan dolusu insan, önün sıra, ardın sıra giden atlıların ayakları altında can verecekler gibi kendilerinden geçiyorlardı. Onların haykırışlarından atlar ürküyorlar, şaha kalkıyorlardı. Sevinçten gülenler’ Fakat coşarak sevinçten bayılacak dereceye varıp hüngür hüngür ağlaşan kadınlar. Pencereden bayraklar ve çarşaflar gibi sarkıp yırtınırcasına bağrışa, sana haykıra haykıra dua eden kadınlar. Çırpınışları onların hızından daha rüzgârlanmış gibi dalga dalga harelenen bayraklar. O ne olduğunu henüz gereği gibi kavramamışlarsa da ömürlerinin gün doğumunda bir zafer geçidinin bütün heyecanını hayatları boyunca anacak İzmir çocukları! Atların nalları altında ezilecek gibi arabaya, ellerinde küçücük küçücük Türk bayraklarıyla, güllerle, karanfillerle koşuşa koşuşa sokulan çocuklar.

 

 

Hep bitmeyen, tükenmeyen alkışlar ve kutlayışlar arasında evin önüne vardın. Atlar durdu. Araba durdu.

İki yanının sarmış bir coşkun halk arasından geçtin. Evin merdiven taraçasına çıktın. Seni yerlere eğilerek; Seni el çırparak; Seni dualar ederek karşılayan kadın, erkek kalabalığın önünde durdun.

Seni içeri davet ediyorlardı. Sen duruyordun. Yerde yatan örtüyü sordun. O, ipekten kocaman bir düşman bayrağıydı ki üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi böyle serilmişti.

Kadın-erkek oradaki İzmirliler:

‘Buyurunuz, geçiniz. Bizim öcümüzü yerine getiriniz! Yabancı kral, bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak geçmişti. Siz, lütfedin. Bu karşılıklı o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir’ diye yalvarıyorlardı.

Sen, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğun noktada kaldın. Sana ağlaşarak yalvaran kadınlara, erkeklere tatlılıkla baktın:

‘O, geçmişse hata etmiş. Bir milletin bağımsızlığının sembolü olan bayrak çiğnenmez. Ben onun hatasını tekrar edemem’ dedin. Onu yerden kaldırttın ve bembeyaz mermerlere basarak içeri girdin.

İşte, sen İzmir’e ilk gün zaferinle böyle girdin.”

Atatürk’ün savaşırken bile barışı düşündüğünü bu makalede gördük. Bir daha, ülkemize düşman çizmesi girmemesini ve tekrar “Kurtuluş Savaşı” yapmak zorunda kalmamayı dilerim.

Bu makaleyi, APİKAM’dan çıkan; Anılarla Gazi’nin İzmir Günleri” kitabımdan okuyabilirsiniz.

 

Ahmet Gürel


Yorumlar

Yorum Yap

500