Röportaj: Süleyman Gülen, Duygu Asker Aksoy
Sanatla iç içe geçen başarı dolu 60 sene; nice oynanan yönetilen oyunlar, Kurtlar Vadisi’nin Nazife Anne’si, sımsıcak iç ısıtan biri: Serpil Tamur. “Ben de İzmirliyim” diyerek şimdilerde oynadığı Bir Zamanlar Çukurova’dan, ilk kez sahne aldığı Polyanna oyununa kadar; hüzünlerini, sevinçlerini, yaşadığı mutlu anları ve en önemlisi tecrübelerini bizimle paylaştığı sıcak, samimi bir sohbet ile baş başa bırakıyoruz sizleri.
Şu sıralar "Bir Zamanlar Çukurova" dizisinde rol alıyorsunuz. Dizi nasıl gidiyor diye sorarak başlamak isteriz.
Şu anda rol aldığım ATV’nin sevilen dizisi “Bir Zamanlar Çukurova”nın 4. yılındayız. Çekimlerimiz de reytinglerimiz de gayet güzel bir şekilde gidiyor. Benim açımdan da rolü giydiğim, kuşandığım ve yürüdüğüm bir zaman.
“ZİRVEDE BİR ROL”
"Bir Zamanlar Çukurova"da Haminne karakterine hayat veriyorsunuz. Bir röportajınızda bu karakter için "Benim için zirvede bir rol" yorumunu yapmıştınız. Bize Haminne'yi sizin gözünüzden anlatabilir misiniz?
Haminne, benim için zirvede bir rol. İlk senaryoyu okuduğum zaman âşık oldum o role ve dedim ki; bir oyuncunun sanat yaşamında mutlaka bu tür bir rolle karşılaşması çok büyük bir şans. Ben bu şansı kullandığımı düşünüyorum. Tabii, zor İstanbul-Adana arasında mekik dokumak; fakat ben bunu keyifle yapıyorum. Haminne’yi canlandırdığım için çok mutluyum.
Benim gözümde, -yaşadığı dönem de göz önünde bulundurulursa- çok iyi eğitim almış, çok aklı başında bir hanım olarak yetiştirilmiş, varlıklı bir ailenin kızı. Adana’dan biriyle ailesi tarafından evlendiriliyor, orada da sanırım güzel işler yapıyor ama yaşın da etkisiyle Alzheimer teşhisi konuluyor. Hastalığın getirisiyle unutmalar, kendi başına hareket edememe gibi durumlar yaşıyor.
Türk dizi ve film tarihinde önemli bir yer tutan, şu sıralarda bile çok kişi tarafından izlenmeye devam edilen Kurtlar Vadisi yapımında uzun yıllar Nazife Anne karakterine hayat verdiniz. Kurtlar Vadisi serüveninizden biraz bahsedebilir misiniz?
Kurtlar Vadisi benim için gerçekten çok büyük bir şans oldu. 11 yıl bu dizi devam etti ve ben bu dizide görev aldım. Dizide Polat karakterinin anne ve babası ideal Türk ailesi olarak değerlendirildi. Hâlâ bir televizyon kanalında dizinin tekrar bölümleri yayınlandığı için izleyici tarafından da güncelliği devam ediyor diyebiliriz. Gerek sosyal medya üzerinden gerek ise gittiğim bazı şehirlerdeki izleyiciler; “Nazife Anne elini öpelim, hayır duanı bizden eksik etme” gibi yorumlar yapıyorlar. Bu dönüşler benim için çok mutlu edici.
Peki kendinizi nasıl anlatırsınız? Sizi sizin ağzınızdan dinlesek?
Ben çok küçük yaşlarda İzmir Devlet Tiyatrosu’nda Polyanna’yı oynadım. Onun görüşünü biliyorsunuz her şeye bardağın dolu tarafından bakmakla ilgiliydi. Beni çok etkilemiş olacak ki ben de öyle tüm yaşamım boyunca pozitif olmayı, bardağa dolu tarafından bakmayı tercih ettim. Fazla hırsım olmadı ama her zaman çok çalışkan oldum. Zor işleri yapmak, başarmak önceliğim oldu. Hâlâ da öyle olmaya çalışıyorum.
“ÇOK ÖZGÜR, GÜZEL BİR ÇOCUKLUKTU”
Rodos Adası'nda doğmuşsunuz ve çocukluğunuz orada geçmiş. Nasıl bir çocukluğunuz oldu? Vakit buldukça adaya gidiyor musunuz?
9 yaşına kadar çocukluğum Rodos’ta geçti. Çok özgür, güzel bir çocukluktu. O dönemlerde televizyon yoktu, sadece radyomuz vardı. Radyo bizim bütün hayatımızdı. 3 katlı büyük bir evde büyüdüm. Doğayla iç içe, komşularımızla güzel ilişkilerimiz vardı.
Arada Rodos’a gidiyoruz ailemle birlikte. Pandemiden dolayı Amerika’daki kızım ve torunlarım şu an gelemeseler de önceki zamanlarda birlikte de gittik. Rodos’a gidip hasret giderdim. Belli kültürlerin iç içe geçtiği çok güzel bir ada. Gittiğinizde bu kültürlerin izlerini mutlaka görürsünüz. Yazın gidip denize girmek, gezmek çok başkadır. Yapılaşmalar artsa da doğallığını muhafaza ettiğini söyleyebilirim.
SANATLA DOLU DOLU GEÇEN YILLAR
Uzun, başarılı bir yaşam; nice oyun ve film... Dönüp baktığınız zaman tüm bu oyunculukla geçen sürenin sizde bıraktıkları üzerine neler söylemek istersiniz?
Bu yıl benim 60. yılım. Çok uzun bir süre 60 yıl ama bunun tümü sanatla iç içe yoğrularak geçti. Televizyonda, okulda, üniversitelerde dersler verdim. Keyifle, dolu dolu geçti yıllar. Bu süreçte kızlarım Serra ile Seda, sonraki yıllarda torunlarım Kaya, Asya ve Derin hayatımıza girdi...
O dönemlerde şimdiki gibi değildi hayat, daha rahattı. Atatürk Kültür Merkezi varken mutlaka her gece operaya, baleye, klasik müzik veya halk müzik dinlemeye giderdik. Eşim de sanata çok düşkün biriydi. Aşağı yukarı benim oynadığım oyunların büyük çoğunluğunu izlerdi. Sanatla dolu dolu nasıl geçtiğini anlayamadığım bir 60 yıl… Onun mutluluğu içindeyim. Gözlerimi kapadığım zaman hep bu güzel anılar geliyor gözümün önüne. İstediğiniz işi yapmanın verdiği haz bambaşka. Bugün bu yaşımda hâlâ çalışmaya devam ediyorsam sevdiğim işi yaptığım içindir.
“BU YANLIŞTAN DÖNÜLMELİ”
Sadece üzüldüğüm bir nokta var ki; yeni bir kararla devlet tiyatrosunda 65 yaşını doldurmuş hiç kimseye görev vermeme kararı alınmış. Bu kararı doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Bizim mesleğimiz, tecrübe ve onu aktarmayla ilgili. Benim şu anki deneyimlerimi düşünürsek, bu deneyimleri gençlere aktarabilmek ve oyunculuğumu sergileyebilmek için büyük bir avantajı dezavantaja çevirmiş oluyorlar. Bu karardan geri adım atılmasını bekliyorum. Ben 77 yaşındayım ve ben hâlâ çalışmak istiyorum. Oyunlarda yaşlıları kim oynayacak bunu sorabilir miyim?
Birbirinden güzel oyunlar yönetme fırsatınız oldu. Peki kendinizi oyunda oynarken mi yoksa oyunu yönetirken mi daha iyi hissediyorsunuz?
Ben hem oynarken hem de yönetirken aynı keyfi alıyorum. Bana öyle bir soru yönelttiniz ki anlatırken bile duygulanıyorum. Oynamanın devamlılığı var, oysa yönetmen olarak işiniz bir süre devam ediyor, oyun başladığı anda işiniz bitiyor. Bu ayrı bir tutku. İkisi de eş değerde.
Bir oyunda oynamak ile bir oyunu yönetmek arasındaki farkları sizden dinleyebilir miyiz?
Oynarken sadece kendinizden sorumlusunuz, oysa yönetirken oyunun müziğinden kostümüne, ışığından dekoruna ve oyunculuklara kadar tümünden siz sorumlusunuzdur. Oyunu doğru yönlendirmek, oyuncuların iyi oynamasını sağlamak yönetmenden geçiyor. Yönetirken sorumluluğunuz daha ağır oluyor. Sonuç olarak iyi hazırlanırsanız insanların da aldığı keyif değişiyor.
“BEBEK UYKUSU, İKİ ÇARPI İKİ”
En sevdiğiniz oyun ve yazarını sorsak size? Neden?
Bütün oyunlar bir süre sonra sizin çocuklarınız gibi oluyor. Çocuklarınızı ayırt edebilir misiniz? Mümkün değil... Birini öbüründen daha fazla sevebilir misiniz? Ben de anneyim, iki kızımı da eşit şekilde seviyorum, aynı şekilde torunlarımı da. Ayırmam mümkün değil. Rol aldığım tüm oyunları severek oynadım. İlla bir yanıt vereceksem de tıpkı şimdilerde canlandırdığım Haminne rolü gibi bende yeri ayrı olan Kenan Işık’ın yazıp yönettiği “Bebek Uykusu”nu çok özel bulurum.
Yönettiğim oyunlardan ise, Behiç Ak’ın “İki Çarpı İki” oyunu başkadır. Yönetimi zor bir oyundur. Ben o oyunu hiç dekor ve aksesuar olmadan çok güzel çözümlemiştim. Şimdi düşündüğüm zaman, sahneye koyduğum oyunlar içerisinde birinci sırayı o alır bende.
Tiyatroyla ilgili aklınıza gelen en güzel anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Necati Cumalı’nın Ankara’da sahnelenecek “Ahmetlerim” oyununda torunum rolünü oynayacak oyuncuyu bulmakta zorlanmıştık. Yönetmenimiz kendi kızımı getirip getiremeyeceğimi sordu. Ankara’ya getirmeyi kabul ettikten sonra role hazırlık olarak saçlarını kestirip Ahmet rolünde yer aldı. Biz de böylelikle birlikte sahne almış olduk. Fakat bir gün üçüncü perdede -dramatik bir sahneydi- oyun sırasında hiç beklenmedik bir yerde bir seyirci gülmeye başladı. O an ne olduğunu anlayamamıştım. Oyun bittikten sonra beni izlemeye gelenler arasında kızımın halası olduğunu öğrendim. Birinci sırada oturduğu için kızım, onlara el sallamış, öpücük göndermiş. Benim için unutamayacağım güzel bir anı oldu.
“YAPTIĞI İŞİ SEVEN GENÇLİK GÖRÜYORUM”
Yıllarını Türk tiyatrosuna vermiş biri olarak değişen dünya ile birlikte değişen tiyatro oyun anlayışını nasıl yorumlarsınız?
Ben Stanislavski ekolünden yetişmiş bir oyuncu olarak, benim için dün, bugün arasında pek bir fark yok. Şu anda yeni ekolleri ben de araştırıyorum ve workshoplara katılıyorum. Oyuncunun her bakımdan kendisini geliştirmesi gerekiyor. Bu sebeple mümkün olduğu kadar günümüzü de takip ediyorum. Ben Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri jürisindeyim. İstanbul’da oynanan bütün oyunları büyük bir keyifle izlemeye çalışıyorum. Gençlerimizi çok takdir ediyorum. Çok donanımlı, yaptığı işi seven bir gençlik görüyorum. Bizler çok şanslıydık ki okulu bitirdikten sonra devlet tiyatrosu kadrosuna girip orada hemen sözleşme imzalıyorduk. Bugünün gençlerini bizim kadar şanslı bulmuyorum. Sınavlar çok zor açılıyor. Oyunları için sahne bulmakta zorlanan ekipler var. Ancak ben inanıyorum ki gençler kendilerini geliştirmek için çok çabalıyorlar her bakımdan. Buldukları mekânları değerlendirerek oda tiyatrosu hâline getiriyorlar ve seyirciyle buluşmaya çalışıyorlar.
“BEN DE İZMİRLİYİM...”
Son olarak Ege Life okuyucuları için neler söylemek istersiniz?
Ege Life okuyucularına kucak dolusu sevgiler. Ben de İzmirliyim. İzmirlilere sevgilerimi iletiyorum. Benim sanat yaşamım İzmir’de başladı. İzmir Devlet Tiyatrosu’nda zamanında çok ilgi gören Polyanna oyununda ilk kez sahneye çıktım. Rahmetle andığım Melek Ökte sayesinde konservatuvara girmiştim. Bana çizdiği yol sayesinde tiyatroya adım attım. Bu sebeple İzmir’in bende yeri çok ayrı. Gönül dolusu sevgiler ve saygılar…